Mustafa Sönmez
02.06.2010, Çarşamba
Son saldırısı ile İsrail, askeri güç kullanarak sorun çözme yönteminin son örneğini verdi. Pervasız “yiğidin” yoğurt yiyişi de böyle. Meydan okuyor tüm dünyaya…Bu kez, önceki örneklerden çok daha ağır bir fatura ile karşılaşmayı göze almış durumda. Karşısına aldıkları sadece Filistinliler veya Araplar değil, Türkler dahil, çeşitli uluslardan siviller. Karşısına herkesi almayı göze almış zalim!... Saldırıyı bütün dünya kınıyor gibi. Ama bakalım sonuçta İsrail, uluslararası platformda yalnız mı kalacak, yoksa birçok şey gibi bu da unutulacak mı… Netanyahu hükümetinin izlediği politika İsrail’i karıştıracak mı, İsrailliler saldırının arkasında olacak mı?
Son saldırısı ile İsrail, askeri güç kullanarak sorun çözme yönteminin son örneğini verdi. Pervasız “yiğidin” yoğurt yiyişi de böyle. Meydan okuyor tüm dünyaya…Bu kez, önceki örneklerden çok daha ağır bir fatura ile karşılaşmayı göze almış durumda. Karşısına aldıkları sadece Filistinliler veya Araplar değil, Türkler dahil, çeşitli uluslardan siviller. Karşısına herkesi almayı göze almış zalim!... Saldırıyı bütün dünya kınıyor gibi. Ama bakalım sonuçta İsrail, uluslararası platformda yalnız mı kalacak, yoksa birçok şey gibi bu da unutulacak mı… Netanyahu hükümetinin izlediği politika İsrail’i karıştıracak mı, İsrailliler saldırının arkasında olacak mı?
Bakalım, Türk- İsrail ilişkileri nereye seyredecek. İsrail’in özellikle AKP iktidarının izlediği diplomasiyi hedefleyerek gerçekleştirdiği bu saldırı karşısında, diplomatik bağlarla birlikte, askeri işbirliği ve diğer alanlardaki temaslar gerçekten askıya alınacak mı? Bakalım bu son saldırı, bölgede ve dünya politikasında bir kırılma yaratacak mı...
***
Filistin sorunu, Türkiye’de ve dünyada 1970’li, 1980’li yıllarda sembol davalardandı. Türkiye’de 1970’lerin CHP’si, sosyalistleri için Yaser Arafat, yalnızca Filistin davasının değil anti-emperyalizmin bayraktarıydı, mazlumların lideriydi. Zamanla Filistin Kurtuluş Örgütü’nün zayıflaması, Arafat’ın “uzlaşmacı”bulunup yalnızlaştırılması ile Filistin sorununun suları yatak değiştirdi. 1980’lerin neoliberal rüzgarlarına eşlik eden 12 Eylül benzeri siyasi saldırılarıyla geriletilen sol, hem anti-emperyalist hareketlere yabancılaştı hem de Filistin sorunundan kopmaya başladı. Bu arada Filistin meselesi de siyaseten “İslamlaşan” bir hareket haline geldi. Hem Filistinlilerin gayreti hem de dış algılarla, işgalci İsrail’e karşı bir meşru savunma hareketi olan Filisitin meselesi, bir din meselesine, bir Müslüman-Yahudi çatışması yatağına taşındı. Karşıtlığın bu yatak değişikliğinden İsrailli radikaller de, İslami kimliğini öne çıkaran Filistin örgütleri de hoşnut kaldı. Yeni çerçeve bu olunca, Batı’da, Filistin’e verilecek destek, radikal İslama verilmiş destek gibi görülmeye başlandı. Bu, Türkiye’deki sol için de geçerli hale geldi. Filistin meselesi dinsel bir renk aldıkça, destekçisi, Erbakan’ın Milli görüşçüleri ve türevi AKP olmaya başladı, sol da bu zaviyeden bakarak, Filistin meselesine gün be gün yabancılaştı.
Filistin davası yeniden “mazlumların davası” haline nasıl gelebilir? Öncelikle bu mesele bir Müslüman-Yahudi çatışması söyleminden çıkarılmalı, Hamas odaklı bir mesele olmaktan çıkarılmalı, anti-semitizmden arınmalı ve mesele bir insanlık meselesi, yeniden anti-emperyalist bir dava olarak ele alınırken barış ve emek yanlısı İsraillilerle,Musevilerle de dayanışma içinde olunması gerekir. Filistin davası, yeniden solun, sosyalistlerin davası haline getirilmelidir.
Filistin davası yeniden “mazlumların davası” haline nasıl gelebilir? Öncelikle bu mesele bir Müslüman-Yahudi çatışması söyleminden çıkarılmalı, Hamas odaklı bir mesele olmaktan çıkarılmalı, anti-semitizmden arınmalı ve mesele bir insanlık meselesi, yeniden anti-emperyalist bir dava olarak ele alınırken barış ve emek yanlısı İsraillilerle,Musevilerle de dayanışma içinde olunması gerekir. Filistin davası, yeniden solun, sosyalistlerin davası haline getirilmelidir.
---------------------------------------------------
Dış Açık, Yine Tırmanışta
--------------------------------------------------
Dış Açık, Yine Tırmanışta
--------------------------------------------------
İhracatçıların örgütü TİM, ihracatı neredeyse saat saat takip eder ve portalında yayınlar. Her ay büyük şamatayla, gövde gösterileri ile ihracatta aşılan çıtalar açıklanır. Mayıs ayı ihracat verisi de açıklandı 9 milyar doları geçti, artış, geçen Mayıs’a göre yüzde 30’a yakın. İlk 5 ayın ihracatı da 44,2 milyar dolar..Pek iyi, pek güzel…Ya ithalat? İthalat ne kadar acaba? İhracatçılar Meclisi gibi bir de İthalatçılar Meclisi olsaydı, onlardan neler duyardık acaba? Madalyonun parlak ihracat yüzüne aldanmayın, öbür yüzde dehşetli bir ithalat artışı var ve ortaya çıkan dış açık, o bildik cari açığın, o bildik döviz açığı kabusunun üstümüze üstümüze geldiğini hemen haber veriyor.
Evet, ihracat artıyor ama o ihracat ürünleri (otomobil,elektronik,konfeksiyon vs.), girdi olarak yüzde 60-70’lere varan ithal girdi kullanıyor. Her artan ihracat, artan ithalat demek. Bu durum, ara malları ithalatının ilk 4 ayda 38,5 milyar doları bulmasında görülüyor, bu bir. İkincisi, Türkiye’de üretimi gerçekleştirilen birçok tüketim malı –özellikle Asya’dan ton ton ithal ediliyor.İzlenen düşük kur politikası da bu ithalatı teşvik ediyor. Bakın, ilk 4 ayın tüketim malı ithalatı , geçmiş 3 yılın ithalatının 2 milyor dolar üstüne çıkarak 7 milyar doları geçmiş. Bu hovardaca ithalatın, döviz açığı yaratarak borç yükünü-ağır faiz yükleriyle- ağırlaştırdığını, içeride de birçok sanayici firmayı dize getirerek, onların çalışanlarını işsiz bıraktığını da bitirirken hatırlatalım.
TİM yönetimi, her ay ihracat rakamı açıklarken bir de yol açtığı ithalatı ve yıkıcı sonuçlarını hatırlasın, ya da birileri o toplantılarda bunu hatırlatsın…