Sayfalar

13 Kasım 2007 Salı

NTV Sohbeti

Konu: Güneydoğu’da askeri çözüm dışında çözüm var mı ve nedir?
Konuklar: Ekonomist-Gazeteci Mustafa Sönmez, Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Halil Balkan, Yazar Altan Tan, 21. nci Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Ümit Özdağ ve Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu

Can Dündar: Merhaba. Neden'e hoşgeldiniz. Terörle mücadelenin askeri yönü sıcaklığını korumaya devam ediyor. Bugün de bölgeden saldırı ve şehit haberleri geldi. Biz de haftalardır terör sorununu askeri önlemler ve operasyona yoğunlaşarak tartıştık. Ancak son günlerde terörle mücadele için “diğer” önlemler de seslendirilmeye başlandı. Askerlerden siyasilere, ekonomistlerden gazetecilere kadar her kesimden “terörü bitirmek için güvenlik önlemleri yetmez” görüşleri geliyor. Biz de bu gece askeri önlemlerin ötesine bakacağız ve "sivil-ekonomik açılımlar neler olabilir" bunu tartışacağız. Hazır olun, Neden başlıyor. Önce askerler özeleştirilerini yaptılar ve mücadelenin sosyal yönünü ihmal ettiklerini söylediler. Geçtiğimiz hafta ise Chp Genel Başkanı Deniz Baykal sürpriz bir çıkış yaptı ve kürt sorununa ilişkin bir dizi öneride bulundu. Ana muhalefet partisi “yeni açılım paketi” açıklarken, hükümet gap’ı canlandırmak için çözüm arayışına girdi. Biz de bu gece bu çözüm arayışına ortak olacağız ve terör için ekonomik, sosyal ve siyasal çareler neler olabilir bunu tartışacağız. Terörün sivil-ekonomik panzehiri var mı? Bölge insanı ne istiyor ve bekliyor? Bu soruları bölgeyi bilenler, ekonomistler, gazeteciler ve bilim adamlarına soracağız. Sizlere hemen konuklarımı tanıştırayım. En başta, bir gazeteci yazar dostumuz, köşe yazılarında sivil açılımın gerekliliğinin altını çizen Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni sayın Mustafa Karaalioğlu, hoşgeldiniz.

Mustafa Karaalioğlu: Hoşbulduk.

Can Dündar: Hemen yanında bir Ekonomist Mustafa Sönmez. Bölgedeki sosyoekonomik duruma dair çarpıcı veriler var elinde. Son bir araştırması var. Bunları bu gece bizlerle paylaşmasını isteyeceğiz. Sayın Sönmez hoşgeldiniz.

Mustafa Sönmez: Hoşbulduk.

Can Dündar: Ve Şırnak'tan bir konuğumuz var. Mehmet Halil Balkan, Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı. Bölgedeki insanın beklentilerini ve çözüm önerilerini sayın Balkan’dan rica edeceğiz. Sayın Balkan hoşgeldiniz.

Mehmet Halil Balkan: Teşekkür ederiz.

Can Dündar: Hemen yanında bir konuğumuz da Diyarbakır'dan. Yine bölgeyi çok yakından tanıyan, bir dönem Refah partisinde ve Dehap’ta siyaset yapmış bir yazar sayın Altan Tan. Sayın Tan hoşgeldiniz.

Altan Tan: Hoşbulduk, sağolun.

Can Dündar: Ve son olarak, terör uzmanı bir akademisyen, Profesör Doktor Ümit Özdağ. 21. nci yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı. Sayın Özdağ hoşgeldiniz. Stüdyomuzda ayrıca Marmara Üniversitesi’nden öğrenci arkadaşlarımız var. Onlara hoşgeldiniz diyorum. Onlar da sorularıyla bizlere katılacaklar. Sizler de görüş sorularınızı internet aracılığıyla bize iletebilirsiniz. Adresimiz; neden@ntv.com.tr Tartışmamıza başlamadan önce, 90'lardan bu yana gündeme gelen sivil açılımları hatırlayalım ve Şırnak halkının beklentilerine kulak verelim. Hilmi Hacaloğlu'nun dosyası.

"Kürt realitesini tanıyoruz ", "Iraklı kürtler bizim vatandaşlarımızın soydaşları"
-1990'ların başında söylenmiş bu iki cümlenin ilki dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e, ikincisi ise Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a ait. Yine aynı yıllarda, merkez sağ ve sol partilerin hazırladıkları kapsamlı Güneydoğu raporları da gündeme gelmişti. Anap Milletvekili Adnan Kahveci'nin ve Shp'nin gündeme getirdiği raporlar, bölgeye ilişkin siyasal, sosyal ve ekonomik açılımlar öneriyordu. Dönemin muhalefet partilerinden Refah Partisi ve bazı sivil toplum örgütleri de benzer çalışmalar hazırlamışlardı. 1990'ların başında atılan bu cesur adımlar, Demirel'in köşke çıkmasının ardından Tansu Çiller'in başbakanlığıyla son buldu. Raporlar raflara kalkarken, vaatlerin çoğu da hiç gündeme getirilmedi. Güneydoğu sorununa ağırlıkla terör sorunu olarak bakan ve diğer açılımları tartışmaktan uzak duran bir 10 yılın ardından, 2005 yılında Diyarbakır gezisinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yeniden yeni açılımların işaretini verdi, "kürt sorunu benim sorunumdur" dedi.

Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan): Nerede tıkanıyorsanız bizde yapabilirsek bize de söyleyin. El ele verelim, bu işleri bitirelim.

-Ancak Avrupa Birliği sürecinde yaşanan bazı sıkıntılar ve terör olaylarındaki tırmanma havayı yeniden değiştirdi.

Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan): Kürt meselesi değil, terör.

-Neredeyse 30 yıldır sürdürülen mücadele ile ilgili özeleştiriler de tartışılmaya başlandı. İlk çıkış Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'dan geldi.

Orgeneral İlker Başbuğ (Kara Kuvvetleri Komutanı): Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu terör örgütüne katılımlar noktasında başarılı mıdır derseniz, hayır. Başarılı olsaydık bu mücadelede sürecinin bugünlere gelmemesi lazımdı. Başarısızdık tamam ama son bir yıl için söylemiyorum bakın, 84-2007, 23 yıllık süreci kastediyorum. Bu konuda yapmamız gereken, adım atmamız gereken çok konu var.

-Askeri kanattan bir başka çarpıcı değerlendirmeyi de, Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman yaptı;

Orgeneral Aytaç Yalman (Eski Kara Kuvvetleri Komutanı): O dönemde sosyal istekleri bile biz 'yıkıcı faaliyetler' kapsamında görüyoruz. Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz.

-Son dönemlerde hükümeti sık sık eleştiren Chp Genel Başkanı Deniz Baykal da, yeni açılımların gerekli olduğu tartışmalarına siyasiler cephesinden katıldı;

Deniz Baykal (Chp Genel Başkanı): Bu mücadeleyi sadece sınır ötesi operasyon denklemi içine hapsetmek artık mümkün değildir. Türkiye'nin Irak’la ticaret ilişkilerinin bağlantı merkezlerini artırmamızda yarar vardır. Buradaki amaç önümüzdeki döneme yönelik olarak terörü tecrit etmektir.

-Hükümet de Devlet Bakanı Nazım Ekren'in gap çıkarmasıyla Güneydoğu'ya verdiği önemin altını çizdi. Bölgeyi cazibe merkezi haline getirmeyi hedefleyen hükümet, halka sorunlarınızın farkındayız mesajı verdi.

Nazım Ekren (Devlet Bakanı): Halkımızın gelir elde ettiği alanlarla ilgili karar alırken daha hassas ve daha dikkatli oluruz. Her iki halkın da ekonomik faaliyetlerini daraltıcı veya ekonomik faaliyetlerini etkileyici olmaktan daha çok lokal, çok iyi belirlenmiş spesifik alanları belirlemeye çalışıyoruz.

-Bu çıkışlar ve tartışmalar, Güneydoğu sorununun sadece bir güvenlik sorunu olarak ele alınmasının yarattığı sorunların yeniden masaya konduğunu gösteriyor. Zaten, terör kıskacında ekonomik, sosyal ve eğitim sorunlarıyla boğuşan bölge halkı da bir an evvel sahiplenilmek istiyor. Vatandaş: İş yok memlekette, fabrika yok. Çocuklar hep evde oturuyor. Şimdi buraya gelmiş burada 10 milyona, 15 milyona, en fazla 20 milyon yani, başka yok. 2 milyon da yol ücreti veriyoruz, hani Şırnak’a gidiyoruz ya. Orada da yol parası ödüyoruz fabrikada, başka yok.
Vatandaş: Buraya kimse sıcak bakmıyor. Buraya sıcak baktığı zaman burası dört dörtlük olur. Yani bakın bu Şırnak’ın yolu. Şırnak kurulduğundan beri bu yoldur. Bugüne kadar bizim milletvekillerimiz şöyle Ntv ya da başka kanallara çıkıp da ya benim Şırnak’ım burası, niye kimse sahip olmuyor? Niye kimse gelmiyor buraya? Ne yol var, ne elektrik var, ne su var, ne geleceğimiz var. Sadece her zaman yenilmeye mahkum bir insanız burada.
Vatandaş: 15 sene civarında biz göçmen olmuşuz buraya geldik. .... hep boşaltmışız. Şu anda hiç elimizde bir şey yoktur. Ne hayvan vardır, ne bir şey vardır. Geçimi biraz zordur.
Vatandaş: Bir çözüm istiyoruz, bir barış istiyoruz.

Can Dündar: Evet Hilmi Hacaloğlu’nun dosyasıyla bölgeden manzaralar aksettirdik sizlere. Bu ilk turda konuklarımızdan bölgedeki durumun bir fotoğrafını çekmelerini rica edeceğiz ekonomik, sosyal, toplumsal, siyasal açıdan. İkinci turda bunların üstesinden nasıl geliriz, bunları konuşacağız. Ben sayın Mustafa Sönmez’le başlamak istiyorum. Sizin bir araştırmanız var, bölgedeki ekonomik duruma ilişkin. İsterseniz onunla başlayalım. Bir bugün neresindeyiz sorunun onu görelim. Ondan sonra bunun üstesinden gelme yollarını tartışalım. Ne sonuç çıktı sizin yaptığınız iktisadi analizden?

Mustafa Sönmez: Şimdi ben bölgeyle ilgili neredeyse 80’lerden bu yana sürekli bir analiz yapıyorum dönem dönem verileri karşılaştırıyorum, trendleri eğilimleri izlemeye çalışıyorum. En son 2005-2006-2007 ulaşabildiğim kadar verileri kullanarak yaptığım analizden çıkardığım sonuç şu; bu bölgeyle ilgili 80’lerdeki fotoğraf neyse, 90’lardaki fotoğraf neyse 2007’deki fotoğraf hiç değişmiyor. Bu bölge yani Doğu ve Güneydoğu diyelim artık buna, yani sadece Güneydoğu demeyelim. Söz konusu ettiğimiz bölge 21 il’den oluşuyor. Bu 21 il’den oluşan bölge Türkiye'nin en az gelişmiş bölgesi. Türkiye'nin başka az gelişmiş bölgeleri yok mu, var. Yani Doğu Karadeniz de az gelişmiş bir bölge, orta Anadolu’da da az gelişmiş yerler var. Hatta Ege’nin arka bahçesi sayılan kara bölgelerinde de az gelişmiş il’ler var ama en az gelişmiş bölgeler bunlar ve bu makus talih bir türlü kırılmıyor, değişmiyor. Yani Türkiye ne kadar gelişme kaydederse etsin, ne kadar büyüme iddiaları olursa olsun eninde sonunda bu bölge sonuç olarak hep altta kalan bir bölge oluyor. Bu son yaptığım araştırmada da yine gördüm ki bu bölge ister kişi başına gelir açısından bakın, ister işsizlik göstergeleri açısından bakın, ister muhtelif insani kalkınma, beşeri kalkınma göstergeleri açısından bakın hep en altlarda, hiç talihi değişmiyor. Yani işsizlik Türkiye genelinde diyelim yüzde 12 ise tarım dışı işsizlik, Mardin bölgesinde yüzde 18’e ulaşıyor. İşte bütün gap yatırımları iddialarına rağmen bölge göç veriyor. Yani Şanlıurfa, Diyarbakır.

Can Dündar: Şu anda ekrana da yansıyor tablomuz, evet.

Göç eden sayısı
Şanlıurfa 49.312
Diyarbakır 48.064
Hakkari 2.346
Iğdır 1.361
Erzincan 1.325

Mustafa Sönmez: Görüldüğü gibi en çok göç veren bölgeler halinde. Halbuki gap yatırımlarından ne umuluyordu? Orası güllük gülistanlık olacak, insanlar iş, istihdam bulacaklar, efsane. Yani gap yatırımı bence efsane. Bütün ayrılmış olan fonlara vs.ye rağmen bir istihdam filan yaratmamış. Bir enerji ağırlıklı bir yatırım ama enerji bölgede insan istihdam edecek bir proje değil, daha çok ülkenin batısındaki sanayiyi besleyecek bir yatırım. Sulama yatırımları yapılmamış, özellikle Diyarbakır’daki kamu yatırımlarının gerçekleşme oranı yüzde 10. vs.

Can Dündar: Ama bunu hep söylerler yani asıl sulama yatırımı yapılacak, ondan sonra beklenen istihdam sağlanacak diye.

Mustafa Sönmez: Yapılmamış, yani yapılmadığı gibi hani o bile gerçekleşse sihirli bir değnek filan değil. Yani yıllardır insanların ağzına bir gap emziği tutuşturuldu. Yani gap’la birlikte sanki bölgenin makus talihi yıkılacak, değişecek falan filan, hiç ilgisi yok. Yani gap sanıldığı gibi bir sihirli değnek değil. Kaldı ki biz 21 il’den oluşan bir bölgeden bahsediyoruz. Yani Van havzasından, Ağrı’dan, daha yüksekte Kars bölgesinden, Tunceli’den vs.den bahsediyoruz. Bütün buraya dönük projeler filan yok. Şimdi aslında bu işin altında yatan ne? Bir kere halen geçerli olan şey şu; Türkiye bir sosyal devlet nosyonunu kaybetti. Aslında bölgesel kalkınma ve bölgesel denge bir sosyal devlet fonksiyonu ve 80’den başlayan, 90’larda devam eden bu küreselleşme süreci, bu Imf destekli politikalar bu eksene girildikten sonra sosyal devletin askıya alınmasıyla beraber bir sosyal hadise olması gereken bölgesel denge aslında askıya alındı. Yani bakmayın şimdi tekrar işte yüzümüzü döndük, Nazım Erken işte gap projeleri hızlandıracak, yarın öbür gün tekrar Imf Türkiye'nin elini tutacak, oraya yatırım yapamazsın diyecek, oraya harcama yapamayacaksın diyecek.

Doğu il’leri - 2001 Kişi başına gelir (Dolar)
Türkiye ortalaması 2.146
Elazığ 1.704
Tunceli 1.584
Şırnak 638
Muş 578
Ağrı 568

Mustafa Sönmez: Oraya harcama yapamayacaksın diyecek. Çünkü diyecek senin öncelikli işin faizleri ödemek, borçları azaltmak, faiz dışı fazlayı halletmek. Senin öncelikli işin bu. O bölgeye yatırım yapamazsın diyecek ve tekrar oraya uyulacak, oraya dönülecek. Dolayısıyla hadise öznel bir takım bölgesel politikalar geliştirip, geliştirmemekle ilgili değil. Türkiye kendi ulusal, bölgesel politikalarını artık yürürlüğe koyamıyor.

Sosyoekonomik durum
Doğu il’leri – 2003
36.Elazığ
41. Malatya
78. Şırnak
79. Bitlis
80. Ağrı
81. Muş

Mustafa Sönmez: Bütün bunlar Washington’dan idare ediliyor, Türkiye ulusal politikalar geliştiremiyor, bölgesel politikalar geliştiremiyor. Dolayısıyla da buraya dönük yapısal, kalıcı, ciddi politikalar üretemiyor. Bunun dediğim gibi tamamen bir küresel boyutu var, bununla ilgili boyutları var.

Can Dündar: Peki bunun yani Imf’ye Türkiye'nin bu kadar bağımlı olmadığı dönemde farklı bir ... var mıydı bölgeye?

Mustafa Sönmez: Vardı, vardı yani 80’ler önce Doğu, Güneydoğu böyle değildi. Yani o dönemde iyi kötü et balık kurumları vardı, şeker fabrikaları vardı, çimento fabrikaları vardı, kara yolları vardı, barajlar vardı. İnsanlar devletin oraya yapmış olduğu muhtelif yatırımlarla istihdam alanları bulunuyordu.

Teşvik yatırımları
2002-2006 dönemi Türkiye dağılımı
%
01. Bursa 4.45
19. Malatya 0.95
77. Muş 0.02
78. Tunceli 0.02
81. Ardahan 0.01

Mustafa Sönmez: Bakın bütün bunlarla, 80 sonrası süreçle beraber neler oldu? Özelleştirmelerle beraber et balık kombinaları, süt endüstri kurumları yok edildi. Onunla beraber hayvancılık yok edildi. Zaten insanlar bütün o hayvancılık faaliyetini, bütün o Pkk, terör vs. eylemiyle beraber köylerini terk ettiklerinde bir geçim faaliyetlerinden yoksun kaldılar. Ayrıca da devletin bu desteğinden yoksun kaldılar. Bunlar aslında genel olarak Türkiye'nin gıda sanayi de zarar görmüştü. Yani şimdi pişman oluyor süt sanayicileri, et sanayicileri.

Kamu yatırımları
2002-2006 dönemi dağılımı
01. Şanlıurfa
08. Diyarbakır
09. Mardin
70. Batman
72. Ardahan
74. Siirt

Mustafa Sönmez: Niye? Süt endüstrileri, et kombinaları kapatıldı diye. Çünkü bütün hayvancılık çöktü. Yanı yani iyi kötü devletin bir sosyal politikası vardı. Yani sosyal payda, sosyal yarar diye bir şeyi vardı. Oralara yani yapılmış yatırımların ille de kar etmesi gerekmiyordu. Kitlerin kar etmesi gerekmiyordu ama devlet oraya yatırım yaptığında iyi kötü bir istihdam oluyordu, bir nüfusu orada blokluyordu. Şimdi bakın bütün onlar kalktığı zaman oradaki iş gücü, oradaki sermaye olduğu gibi batıya akıyor. Ya da orada hani istihdam olsun olmasın müthiş bir kanama var. Yani bu kanamanın kökleri işte tam bu küreselleşme, bütün bu şeylerle. Şimdi bunun geriye döndürülmesi de çok kolay değil aslında. Bizim bu böyle öznel politikalarla filan ilgili değil. Yani madem bu kadar dokununca değişebilecek bir şey değilse hani bu saate kadar niye yapılmadı yani?

Can Dündar: Nasıl üstesinden gelineceğini tartışacağız ama çok kısaca şunu da sorayım; bu çok söylenen bir şeydir, siz de kısaca değindiniz ama yani Türkiye'nin sadece o bölgesi değil ya da işte kürt yurttaşların yoğunlukla yaşadığı bölgeler değil, her yerinde benzer yoksulluk tabloları vardır. Dolayısıyla hani oraya özgü bir şey yapmak çok doğru değil yaklaşımını siz paylaşmıyorsunuz zannediyorum.

Mustafa Sönmez: Hayır, oraya özgü bir şey mutlaka yapmak gerekiyor. Hatta pozitif ayrımcılık gerekiyor. Çünkü niye biliyor musunuz? Yani Doğu Karadeniz de tabi yoksul ama burası en yoksul. Yani önce bir Türkiye ortalamalarına burayı yaklaştırın. Yani buradan yakalamanız lazım. Buraya mutlaka öncelik vermeniz lazım. Çünkü burası çok geride. Yani Türkiye'nin 51 il’i kişi başına geliri 1.000 doların altında olduğu için kalkınmada öncelikle il ilan edilmiş ama bu bölge 500-600 dolarlarda.

2006 yatırımlar
Marmara % 37
Karadeniz % 37
Akdeniz % 16
İç Anadolu % 15
Ege % 10
Güneydoğu Anadolu % 6
Doğu Anadolu % 3

Mustafa Sönmez: Dolayısıyla buraya mutlaka öncelik vermeniz lazım, mutlaka pozitif ayrımcılık uygulamanız lazım. Yani mutlaka buradan başlamanız lazım. Diğer az gelişmiş bölgelerimiz olmakla beraber. Dolayısıyla buradan evet başlamanız lazım ama bunu başlamak için bir kere buna ait bir iyi niyetiniz, yani iyi niyetin ötesinde bir ulusal politikalarınızın ve bağımsızlığınızın olması lazım. Ne yazık ki yani Türkiye bu noktada değil, onu söylemek istiyorum.

Can Dündar: Çok teşekkür ederim. Evet bölgedeki ekonomik durumu böylece ortaya sermiş olduk. Şimdi bölgeden gelen konuklarımıza bu görüntünün oraya nasıl yansıdığını, nasıl yaşandığını soracağız kısa bir aradan sonra. Bizden ayrılmayın lütfen.

Can Dündar: Güneydoğu’da askeri çözüm dışında çözüm var mı ve nedir, bunu tartışmaya devam ediyoruz konuklarımızla. Birazdan Şırnak Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı sayın Balkan’ı dinleyeceğiz. Sayın Balkan biraz önce anlatılanları izlediniz, filmimizde de Şırnak’ı gördünüz. Bu cadde oldum bittim aynıdır hiç değişmedi dedi oradaki Şırnak’lılar. Doğru mudur hakikaten? Hiç el değmedi mi?

Mehmet Halil Balkan: En eski caddemiz olduğu için zamanla nüfus artışıyla birlikte cadde artık insanları taşıyamaz hale geldi. Dolayısıyla şu anda biz o caddeye mecburiyet caddesi diyoruz ve tek şerit olarak kullanılıyor, devam ediyor.

Can Dündar: Biraz önce bu tabloları izlediniz Mustafa bey’in verdiği verilerle. Nedir sizin gözünüzde Şırnak bazında en azından bölgenin ekonomik ve siyasi durumu?

Mehmet Halil Balkan: Evet. Sevgili hocamın anlattığı aslında tablo bir bölgenin tamamı için ifadeler örtüşen ifadeler. Bu Şırnak için de aynı şey söz konusu. Ki Şırnak aslında insanlığın ikinci Doğuş yeri olarak bilinen Nuh Peygamber’in memleketi olarak bilinir. Gerçi son zamanlarda kime sorarsanız bu şekilde bilmez. Yeni il olmasına rağmen herkes tanır bu yönüyle. Fakat Şırnak’ın ötesi yüzü de vardır. Yani Şırnak biliyorsunuz iki ülkeye sınır bir kent. Hem Doğu Anadolu’nun, hem Güneydoğu Anadolu’nun karakteristik özelliklerini taşıyan bir kent. Aynı zamanda çok zengin yeraltı madenlerinin bulunduğu bir kent ve uluslararası ulaşım ağının olduğu bir kent. Bütün bunlarla birlikte genç ve dinamik bir nüfus yapısını bir tarafa eklediğimiz zaman aslında Şırnak’ın bana göre Türkiye'nin bir zenginlik deposu olarak tanınması çok daha doğru olacaktır. Şu anda kentin en önemli gelir kaynağı özellikle sınır komşumuz olan Irak’la yapılan ticari faaliyetler, Habur üzerinden yapılan ticari faaliyetler.

Can Dündar: Ne kadar mesela Şırnak’ın?

Mehmet Halil Balkan: Şırnak tabi biz total olarak Irak’la yapılan ticaretin 7 ila 10 milyar dolar arasında değiştiği söyleniyor. Tabi bunu direk Şırnaklı yapmıyor ama bu işin nakliyesinden, bu işin işçiliğinden, komisyonculuğundan hatta ilişkilerin sağlanması konusunda Şırnak’ın nüfusunun büyük bir çoğunluğunun bununla uğraştığı, bir çoğunun ekmek kapısı olduğu. Hatta çoğunun vazgeçilmez bir ekmek kapısı olduğu bilinen bir gerçek. Dolayısıyla Habur dendiği zaman herkesin pür dikkat bütün gelişmeleri anında izlediği bir süreç.

Can Dündar: Bu operasyon haberleri ya da gelişmeler nasıl etkiledi bu ticaret hacmini?

Mehmet Halil Balkan: Evet tabi özellikle bu en fazla sınıra yakın ve en çok orayla ilişkili olan kentimizdeki insanları etkiledi. Çok hassas bir şekilde süreç izlendi. Genel tablo şu; yani süreç kaygıyla izleniyor ve bu kaygı belki son zamanlarda özellikle Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra biraz aza indirgendi ve belki de buruk bir sevinç de yarattı. Fakat insanların en büyük, bizim bölgedeki insanların en büyük kaygısı şu; yani olası bir kara operasyonu veya bir sınır ötesi operasyonu olması halinde onarılması güç yaraların olabileceği ve bu iki ülke arasında akrabalık, dini, kültürel bağı olan insanlar arasında çeşitli husumetlerin olabileceği ve bunun her iki tarafa da ciddi anlamda zarar verebileceği kaygısı var ama bundan ziyade insanların en büyük derdi olan aş, ekmek, iş kaygısı da ön plana çıkıyor. Çünkü artık en temel geçim kaynağı olan Habur’un kapanmış olması ya da kapanması da gündemdeydi biliyorsunuz veya Irak’la yapılacak ticari faaliyetlerin durması da bir çok insan için en ciddi sorun olarak da gündeme geliyor.

Can Dündar: Burada Ankara’dan, İstanbul’dan dillendirilen bir şey var. Yani bölge halkının devletle ilişkisinin giderek zayıfladığı, bağlarının giderek çözüldüğü, buna karşın oradaki Kuzey Irak’taki rejimle daha sıcak hem ticari, hem siyasi ilişkilerin gelişmekte olduğu. Siz nasıl gözlüyorsunuz oradan? Bunlara katılıyor musunuz?

Mehmet Halil Balkan: Şimdi sevgili hocamın bahsettiği bir tablo vardı. Yani o tabloyla bağlantılı değerlendirmek gerekiyor bu süreci. Çünkü bölge gerçekten oldukça geri kalmış bir bölge ve ekonomik dinamiklerini, potansiyelini, değerlendiremeyen, çeşitli nedenlerden dolayı sürekli hem beyin göçü, hem sermaye göçü veren bir yer. Dolayısıyla bütün bu tablonun içerisinde bu insanların bir şekilde kalkınması, bir şekilde gelişmesi, bir şekilde eğitimlerinin sağlanması, ekonomik hayatlarının gelişmesi, geçimlerinin sağlanması gerekiyor. Devletin bunu sağlayamadığı noktalar olabilir. Belki son zamanlarda bu konuda bazı önemli noktalara parmak vuruluyor ve önemli gelişmeler yaratılıyor ama şu nokta var; yani bu bölgenin kalkınması için yıllardır yürürlükte olan bir teşvik sistemi var. Yani amaç bölgeler arasındaki dengesizliği, eşitsizliği ortadan kaldırmaktı ve bunun Şırnak için anlamı pek fazla olmadı. Şırnak’ta olduğu gibi diğer yerler için. İnsanlar kendi imkanlarını değerlendirmek istiyorlar bu noktada ve en büyük imkan komşumuz olan Irak’la ticari faaliyet yapmaktır. Bu da komşumuz olduğu için değil aslında, ülkemiz için de çok önemli bir faaliyet. Dolayısıyla bu insanların ticari faaliyetler yapmış olması son derece normal ve bu ticari faaliyetler neticesinde en son örneğini vermek gerekirse bugün İsrail’le Filistin arasında bir görüşme sağlandı. Görüşmenin ana ekseninde şey vardı, yani ticari bir ilişkilenme vardı. Bu ticari ilişkilenme üzerinden bir barışın şekillenmesi gündemdeydi. Şimdi hayli eğer insanlar ekonomik anlamda birbirleriyle ilişkilenirlerse kültürel anlamda da ilişkileneceklerdir ve bunun benzer diğer yönleriyle ilişkileneceklerdir. Bu son derece doğal ama tablo bana göre değişmemiştir. Yani başladığı noktadan bu yana değişmemiştir. Aksine söylemek gerekir, bugün Irak’ın kuzeyinde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu Türkiye’ye çok ciddi anlamda sempati ile bakmaktadırlar. Tatillerini çoğunu Türkiye’de geçirmektedirler, alışverişlerini Türkiye ile yapmaktadırlar, yine Türkiye Irak pazarının kuzey pazarında çok büyük bir yere sahip. Aynı zamanda Türkiye’deki ciddi firmalar, büyük firmalarımızın büyük çoğunluğu şu anda Irak’ta faaliyet yapıyorlar ve en büyük zenginlik de bunlara veriliyor. Şu anda ilişkiler karşılıklı anlamda olumlu temelde gelişiyor. Bunlar yani siyasi şeylerden biraz bağımsız diyeyim gelişiyor.

Can Dündar: Teşekkür ederim sayın Balkan. Sayın Tan’a söz vereceğim. Aslında size daha çok siyasi boyutuna girmek istiyorum yavaş yavaş ama bu ekonomik boyutunda bir defa bu söylemlerle katılıyor musunuz? Gerçekten bölge hani Türkiye'nin diğer bölgeleriyle kıyaslandığında böyle dramatik bir farklılık var mı sizce de ve çaresi de hani fabrika kurmak olabilir mi ilk elde?

Altan Tan: Şimdi efendim ben bu konuda da biraz farklı düşünüyorum. Türkiye'nin ekonomik sorunları mutlaka var, yani sadece bölgenin değil. Bölgenin de var, Türkiye’de geri kalmış bölgeler var. Yani Doğu Karadeniz gibi Trabzon, Rize, Artvin, Kırşehir, Çankırı, Afyon, Kütahya, Kastamonu köylerine gidin benzer sorunlarla karşılaşacaksınız. Yani bölgede ekonomik sorun yok, güllük gülistanlıktır demek istemiyorum. Bölgenin ciddi ekonomik sorunları var ama esas bu yaşadığımız sorunların temel kaynağı ekonomik değil.

2006 yatırımlar
Marmara % 37
Karadeniz % 37
Akdeniz % 16
İç Anadolu % 15
Ege % 10
Güneydoğu Anadolu % 6
Doğu Anadolu % 3

Altan Tan: Kürt sorunu salt ekonomik geri kalmışlıktan dolayı ortaya çıkmış bir sorun değil. Yani sorunu doğru tanımlayamazsak çözümünü de doğru bulamayız. Bu tanımlamayı yaptıktan sonra ikinci bir şeye geçelim. Bölgenin geri kalmışlığı nasıl aşılacak? Yani yıllardır söyleniyor, fabrika yapalım fabrika yapalım işsizlik. Çok farklı düşünüyorum ben bu konuda, benim gibi arkadaşlarım da, bölgedeki iş adamları da farklı düşünüyorlar. Yani siyasi kimliğimizin ötesinde iş adamı ve bölge halkı kimliğimizle konuşuyoruz. Bölgeyle ilgili onlarca paket açıklandı bugüne kadar bunların hiçbirisi ciddi bir etüdün ve ciddi bir planlamanın sonucu değil, maalesef değil. Niye değil? Birincisi bölgenin en büyük dinamiği komşularla yapılacak olan ticarettir. Yani güney için Suriye ve Irak, Doğu Anadolu için de İran, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’la yapılacak olan ticarettir. Hiçbir fabrika, hiçbir sanayi kısa dönemde bu potansiyel kadar bölgeye ani, hemen ve netice alıcı bir yarar sağlamayacaktır. İşte biraz evvel arkadaşlarımız da söyledi, 7 milyar dolar ile 10 milyar dolar arasında sadece Irak’la bir iş hacminden bahsediliyor. Suriye ile olan iş hacmi katlamalı artıyor ama halen vize var, halen gümrükleri aşmak bir sorun, halen Kilis kapısının, Nusaybin kapısının ve Ceylanpınar kapılarının doğru düzgün çalışması sağlanamıyor. Şimdi konuyu toparlarsak, 1-bölge için ekonomide en can alıcı netice, yani bu paketlerden önce komşularımızla siyasetin düzeltilmesi, öncelikle de Irak kürt federe bölgesi ve Suriye ile.

Can Dündar: İsterseniz ona öneriler bölümünde gelelim, yani sona doğru oraya geleceğiz.

Altan Tan: Ben hemen geleceğim, ikinci adım yani bu komşularla ticaret ve kapıların açılmasıyla çoğaltılmasından sonra gümrük mevzuatı, vizelerin halledilmesinden sonra ikinci en önemli potansiyeli bölgenin tarım ve hayvancılıktır.

Can Dündar: Evet bunlara isterseniz ikinci turda gelelim. Ben size daha siyasetçi konulara çekip ....

Altan Tan: Hemen şöyle 2-3 cümlede özetleyeyim. Tarım ve hayvancılıkta da gap sulama kanallarının yüzde 85’i yapılmamıştır henüz. Yani bir iddiaya göre de kasten yapılmamaktadır. Ben bir anekdotu anlatayım size. Yani isim verip polemiğe girmek istemiyorum. Şu an yani siyasette olmayan bir devlet bakanına niye bu kanallar ihale edilmiyor diye Disiad başkanı, bizim Diyarbakır’dan sorduğu zaman yarı şaka, yarı ciddi; canım biz bölgeyi boşaltmak istiyoruz, siz oraya insan götürmeye çalışıyorsunuz. Ondan sonra lafı değiştiriyor. Üçüncüsü turizm, çok ciddi bir turizm var. Din turizmi, Yahudilik açısından, hristiyanlık açısından ve Müslümanlık açısından. 3 bin yıllık Diyarbakır surları var, 1.800 yıllık kiliseler var, havralar var, 714 yılında yapılmış köprüler var. Yani bunları tek tek anlatabilirim eğer fırsat verme imkanınız olursa. Çok ciddi ve ....İsrail’in 12 kabilesinden 11’inin babası Hazreti Yusuf dahil Hazreti Yakup’un 11 tane oğlu Urfa’da doğmuştur, 11 oğlu. Yani dünyadaki her bir Yahudi, hristiyan ve Müslüman Urfa’ya gelse, Diyarbakır’a gelse yine milyarlarca dolarlık bir sadece dini ve kültürel turizm vardı. İlk hristiyan krallığı Urfa’da abgar hanedanı tarafından kurulmuştur. İlk Anadolu’daki cami Diyarbakır’daki Ulu Cami’dir, 639 senesidir.

Can Dündar: Chp’nin açılım paketini soracağım.

Altan Tan: Hemen ona da geleyim.

Can Dündar: Şimdi sayın Balkan dedi ki; yani aslında bölge halkının gözü orada değil, oradakilerin gözü burada. Dolayısıyla hani bizim onları çekmemiz gerekir yaklaşımı aslında sayın Baykal’ın açıkladığı öneriler paketinde de var yani öğrenciler getirelim, bölge halkını kazanmaya çalışalım gibi bir yaklaşım. Siz bunu gerçekçi buluyor musunuz? Bundan önce Chp’nin sizinle görüştüğünü duyduk, doğru mudur? Yani bu görüş alışverişinin neticelerinden biri midir bu açılım paketi acaba? Ne görüştünüz, ne zaman? Biraz ...

Altan Tan: Yani keşke ben bu kadar etkili biri olabilsem.

Can Dündar: En azından onlardan biri. Mutlaka bir çok görüşme yapılmıştır da.

Altan Tan: Şimdi bundan yaklaşık 2 ay önce beni Ankara milletvekili sayın Yılmaz Ateş aradı. Deniz Baykal beyle birlikte işte benim bir röportajımı okuduklarını ve bu konularda bir görüşmek istediğini söyledi, bende Ankara’ya gittim. Yaklaşık 3 saat Chp genel merkezi’nde bir görüşmemiz oldu. Yine ifade şu; sayın Deniz Baykal’ın bilgisi dahilinde bu görüşmeyi yapıyoruz ve bu görüşmelerin neticesini de kendisine aktaracağız şeklinde oldu. O 3 saat boyunca bazı soruların cevabını aradık biz. Yani çoğunlukla da ben konuştum, lütuf ettiler fikirlerimi söyledim. Onlar soru cevap şeklinde bir diyalog oldu yaklaşık 3 saatlik. Bu aranılan sorulardan birisi şu; Doğu Anadolu’yu İç Anadolu’ya bağlayan köprü Malatya-Elazığ Kömürhan köprüsü. Orta Anadolu’yu Güneydoğu’ya bağlayan köprü de Urfa Birecik köprüsü. Chp Kömürhan köprüsünden ve Birecik köprüsünden geçemedi. İran hududuna kadar hiçbir yerde milletvekili çıkaramadı, neden? 2-dini hassasiyetin yoğun olduğu Konya, Urfa, Maraş, Erzurum gibi yerlerde Chp silindi, neden? 3-Etnik, sınıfsal sosyal demokrat partilerin ilgilendiği bu meseleyle alakalı olarak Chp Çankaya’da, İzmir Karşıyaka’da, Nişantaşı’nda, Bebek’te, Beşiktaş’ta, Şişli’de birinci parti oldu. Avcılar’da, Bağcılar’da, Kocamustafapaşa’da, Ümraniye’de neden yok? Bu 3 mevzuya da ben dilimin döndüğü kadar, bildiğim kadar, anladığım kadar kendi görüşlerimi kısaca ifade ettim. Orada tabi bir nokta koyulmadı bunlara. Yani doğru, yanlış, olur, olmaz. Sadece bir değerlendirme, bir sohbet toplantısıydı.

Can Dündar: Bugünkü açılımdaki şeyler var mıydı, sizin önerileriniz arasında?

Altan Tan: Tabi tabi. Dolayısıyla Chp’nin şu an geldiği noktayı ben çok olumlu buluyorum. Yani niçin geldi, neden geldi, ne oldu, emekli askerler işte Doğan Güreş paşa, Kenan Evren, Aytaç Yalman paşa aynı hafta bu konuşmaları yaptılar. Chp hemen aynı gün işte sayın genelkurmay başkanının gazetecilerle toplantı yaptığı gün aynı saatte basın toplantısı yaptı. Yani bunlar ayrı konular, nedeni, niçini, nasılı.

Can Dündar: Bunlar ayrı mı acaba? Birbirinden bağımsız şeyler mi?

Altan Tan: Yani şu anlamda ayrı değil, yani siyaseten ayrı değil. Ben yani sonucu itibariyle benim kendi açımdan söylüyorum. Ama sonuç itibariyle olumlu biliyorum. Yani şu ana kadar yapılmayan, eksik kalan, yanlış olan politikanın düzeltilmesi olarak görüyorum ve devamını diliyorum.

Can Dündar: Teşekkür ederim.

Altan Tan: Yani dış politikayla ilgili yapılanları içeride de yani kürt sorununun içerideki boyutuna da katkı sağlayacak şekilde devam etmesini diliyorum.

Can Dündar: Sizce de bu bir paket midir? Yani hani böyle paşalar özeleştiri yaptılar Fikret Bila’ya verdikleri mülakatlarla. Arkasından bu açılım geldi Baykal’dan sürpriz olarak karşılandı. Yani böyle bir devlette tavır değişikliği kokusu alıyor musunuz sizde?

Ümit Özdağ: Hayır ben böyle bir koku, bu çerçevede bir paket çerçevesinde almıyorum ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı açıklamada yeni hiçbir şey olmadığını biliyorum. Yani şaşırttı beni çok bu açıklama. Neden, çünkü çok büyük bir ilgi gördü açıklama ama içinde yeni olan hiçbir şey yok.

Can Dündar: Chp açısından mı, genel olarak mı?

Ümit Özdağ: Evet. Yani genel olarak. Mesela bu öğrenci meselesini ele alalım. 1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında 2003 öncesinde Türkiye Kdp ve Kyp’ye kontenjan vermiştir üniversite için, üniversite öğrencileri için. Bu zaten olan bir süreçtir. Bunun dışındaki önerilerine bakıyorum, 2003’te Kdp iptal etmiştir mesela, kendisi vazgeçmiştir bu süreçten. Bunun dışındaki önerilere bakıyorum, bunlar zaten hayatın bir parçası olarak ilerleyen süreçlerdir. O anlamda Chp’nin bu açıklamasını yeni bir paket ve önemli bir şey olarak görmek bu çerçevede mümkün değil ama bir başka açıdan görülebilir Chp paketi. Birazcık tabi sert bir çıkış olabilir, tespit olabilir bu. Cumhuriyet Halk Partisi bu açıklamasıyla Kuzey Irak’ta bir kürt devletini, bağımsız kürt devletini tehdit olarak görmediğini ortaya koymuş olabilir.

Altan Tan: Bu önemli değil mi?

Ümit Özdağ: Tabi tabi önemli.

Can Dündar: Önemli diyor zaten.

Ümit Özdağ: Tabi önemli diyorum bende, önemsiz demiyorum ama paketin açıklanan kısmı önemli değildir esas açıklanmayan kısmı önemlidir. Bu mümkün mü, bu mümkün gözüküyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel havasıyla da, dışarıya pek yansıtmadığı havasıyla da uyumlu görünüyor ve önümüzdeki günlerde bunu daha net göreceğiz.

Can Dündar: Açıklamada öyle bir şey yok ama.

Ümit Özdağ: Hayır açıklamanın içinde.

Can Dündar: Siz bunu şimdi varsayım olarak evet.

Ümit Özdağ: Ben bunu açıklamanın yapılmasından varsayım olarak söylüyorum ama bu sadece benim varsayımım da değil. Yani bugünkü basını tararsanız bazı yazarlar da benzer varsayım ....

Can Dündar: O zaman Chp’den çıkaralım daha genel bir şey sorayım ben. Yani askeri çözüm ve sanki başka çözümler. Yani bunların birbirinin alternatifi gibi konuşuyoruz ama aslında bu bir paket midir sizce?

Ümit Özdağ: Hayır yanlış bir çıkış. Neden yanlış çıkış? Askeri çözüm bir boyuttur ve Pkk olduğu sürece de askeri çözüm olacaktır. Yani biz burada konuşuyoruz, içeri birileri girerse ve bize saldırırsa bizim ilk yapacağımız şey polis diye bağırmak olur.

Can Dündar: Peki askeri çözüm öbürüne engel midir, onu konuşalım.

Ümit Özdağ: Hayır değildir. Aslında askeri çözümün yanında diğer çözümler de olmalıdır ki bir sonuca varılabilsin. Şimdi hangi durumla karşı karşıyayız onu tespit edelim. 1999’da askerler 1992’den başlayan bir sürecin sonunda çok önemli bir şeyi başardılar. Dünyada düşük yoğunluklu çatışma süreçlerini izleyen herkesin taktirle ifade ettiği bir şey Pkk askeri olarak mağlup edildi, birinci ve ikinci adamları tutuklandı hapise konuldu ve örgütün psikolojik olarak da, askeri anlamda da dağıtıldı ve sonra denildi ki; tamam bizim işimiz burada bitti. Bunu siz siyasiler çözün. Fakat Türk siyaseti Güneydoğu Anadolu için özel bir program geliştirmek yerine belki biz bunu Avrupa Birliği üzerinden çözeriz. Bunun üzerine Tsk tekrar devreye girdi ve 57. nci hükümetin önüne Mgk’dan çok kapsamlı bir çalışma çıkardılar dediler ki; Avrupa Birliği sürecine binmeyiz ama bunun bu devletin yapması gereken, ekonomik, sosyal, kültürel bütün tedbirleri içeren çok kapsamlı bir çalışma. Hükümet bunu kabul etti, fakat hiçbir maddesi uygulanmadı. Bu arada Avrupa Birliği süreci işledi, bu süreçte bazı şeyler gerçekleşti ama Avrupa Birliği süreci istismar etti ve etnik merkezli bir kullanıma doğru yöneltti. Burada Avrupa Birliği ülkelerinin teker teker Türkiye ile hesapları vardı, kendi içinde Avrupa Birliği’nin çatışmaları vardı. Kendisini tanımlamamıştı Avrupa Birliği. Nedeni ne olursa olsun böyle bir dejenere Avrupa Birliği tam üyelik süreci gelişti. Ve nihayet 2003’te Amerika Birleşik Devletleri bölgeye müdahale etti ama o süreç içerisinde 1999-2003 süreci içerisinde Güneydoğu’da insanlar ilk defa yıllardan bu yana ekonomik kalkınmanın ne olduğunu, sokakta yürümenin rahatça ne olduğunu bomba patlamadan ve silah patlamadan. Yani insani anlamda rehabilitasyonun ipuçlarını gördüler. Fakat 2003 sonrasında yani Amerika Birleşik Devletleri’nin tekrar OrtaDoğu’ya gelişiyle birlikte bölgedeki dengeler tamamen bozuldu. Pkk Amerika Birleşik Devletleri için İran’a Suriye’ye karşı kullandığı bir operasyonel silah haline geldi. Keza Türkiye için üzerinde de Kerkük’ün Kuzey Irak’a entegre edilmesi sürecinde kullandığı bir baskı aracı haline geldi. Barzani Türkiye içerisinde bir pankürdist süreç başlattı. Pkk bir taraftan Barzani ile değişik alanlarda işbirliğine giderken öbür taraftan da Türkiye’de Barzani kökenli bir pankürdizmle mücadele için bir çatışma sürecini geliştirdi ve devlet de bu süreçler gerçekleşirken olağanüstü kararsız, ne yapacağını bilmez bir hava içerisinde ve sahip olduğu imkan ve yetenekleri de kullanmadı ve halen kullanmıyor. Vatandaş da bütün bunların arasında şaşkın. Ne yapacağını bilmiyor, ancak vatandaş bir şeyi biliyor. Vatandaş bu ülkeden kopmak falan istemiyor. En önemlisi de bu ve bir şeyin altını çizelim, Güneydoğu’da yaşamak gerçekten zor. Sadece yaşamak değil belki bir tek örnek bize ne kadar büyük bir rehabilitasyon sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu gösterir. Bütün bu süreç içerisinde 40 bin insan öldü. Bunların takriben 7 bini Türk silahlı kuvvetleri’nin, güvenlik mensuplarının, eğitim camiasının şehitleri. Aşağı yukarı 3 bin tanesi Suriye’den ve İran’dan ve Irak’tan katılmış olan Pkk’ya terörist unsurlar ve diğerleri geriye kalıyor aşağı yukarı bir 30 bin Pkk’lı güvenlik güçleriyle çatışmalarda öldürülen. Bunlar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları. Şimdi 7 bin kişinin yani güvenlik güçlerinin şehitleri Anadolu’nun aşağı yukarı 60 il’ine yayılıyor değil mi? 60 milyonun üzerinde insana yayılıyor. Bu bile Türkiye’de büyük bir toplumsal bunalım ortaya çıkarmış durumda. Şimdi öbür tarafta 30 bin Pkk’lı ise çok dar bir alana sıkışmış durumda. Bunun ortaya çıkarttığı ciddi bir psikoz var. Üstelik bunun uluslararası mekanizmalar tarafından, Pkk tarafından istismar edildiğini, beslendiğini ve geliştirildiğini de görüyoruz. Onun için Avrupa Birliği süreci bunlar yetmez. Aksine ben Avrupa Birliği sürecine de olumsuz etki yaptığını düşünüyorum. Türkiye'nin sayın Sönmez’in ifade ettiği gibi bölgeye yönelik ama sadece ekonomik boyutu değil, bir çok boyutu olan belki birazdan üzerinde konuşabileceğimiz bir başka plan geliştirmesi gerekiyor.

Can Dündar: Teşekkürler. Evet bütün bunlarla şimdi peki ne değişti? Devletin politikasında bir yenilenme var mı? Bunları sayın Karaalioğlu’na soracağız kısa bir aradan sonra.Can Dündar: Türkiye bir yandan Kuzey Irak’ta askeri seçeneği değerlendiriyor, hatta uyguluyor zaman zaman. Bir yandan da onun dışındaki bölgeye yönelik önlemleri tartışıyor, bizde burada onları tartışmaya devam ediyoruz. Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni sayın Karaalioğlu’na soracağız. Burada bir devletin kararlılığında bir değişiklik sizde hissediyor musunuz gazeteci olarak, yoksa koşulların dayattığı bir takım rötuşlar mı yapılıyor sizce?

Mustafa Karaalioğlu: Tabi bir çok açısı olan, bir çok tanımı olan yani bir çok üniteden oluşan bir sorunu konuşuyoruz. Şimdi bu akşam konuşmaya çalıştığımız özellikle bu son terör dalgasından sonra çokca ihmal edilen bir konu, yani askeri seçenek dışında ne var sorusunun cevabını ararken şuradan bir kere başlamamız lazım; bugünlere hakim olan atmosfer yani tezkere kullanılacak mı, kullanılmayacak mı, vurduk mu vuruyor muyuz? Bu atmosferin çok dışında bir iş bu. Yani çok çok dışında bir iş. Bu Türkiye 25 yıldır en azından 84’ü baz alırsak 23-25 yıldır terörle mücadele etti ama sorunun da ne olduğunu anlamadan ya da sürekli erteleyerek mücadele etti. Bugün geldiğimiz nokta özellikle yani 99’da Öcalan’ın teslim edilmesinden sonra bittiğini varsayabileceğimiz birinci terör evresinden sonra şu anda filizlenmekte olan ve umarız filizlenmeyecek olan ikinci terör evresi bütün unsurlarıyla yani filmi başa saran, o dönemlerde yaşadığımız hemen hemen her şeyin yeniden ortaya çıktığı bir evre. Bu bile bizim sorunla mücadeleyi sorunu anlamadan yaptığımızı ve muhakkak da başarılı olamadığımızı gösteren bir başlı başına bir örnek. Şimdi devlet politikası değişiyor mu? Bunu herhalde şunun için biraz soruyoruz hepimiz, sizde muhakkak o yüzden soruyorsunuz. İşte son dönemde komutanlar yani terörlü yılların komutanları arkadaşımız Fikret Bila’nın da çok başarılı, çok övgüyle almamız gereken yazı dizisinde bir özeleştiri yaptılar. Ardından sayın Baykal paket açıkladı, fakat bu unsurlar devlet değil tabi. Yani bilelim devlet politikasını temsil etmiyorlar. Ama bence devlet politikasına ve devlet politikasından çok daha önemli yani onun altını çizmek lazım, bütün kamuoyuna, bizlere bir referans oluşturuyorlar. Şimdi anlıyoruz ki en kamuoyunun şahin bildiği, en sert bildiği komutanlar biri ihtilal lideri olan Evren olmak üzere, biri Doğan Güreş gibi işte Tansu Çiller yöntemlerinin çok başarılı olduğu iddia edilmişti, o yılların komutanı ki görev süresi biliyorsunuz o yüzden uzatılmıştı. Onlar aslında çok inanmadıkları bir yöntemin uygulayıcıları olmuşlar. Bu kadar kesin söylenebilir mi? Muhakkak bu kadar kesin söylenemez ama büyük ölçüde inanmadıkları ve öyle zannediyorum ki muhtemelen o dönemde çok inanmadıkları ama bir şekilde parçası oldukları bir yöntemin uygulayıcı olmuşlardır.

Can Dündar: Sanki daha sonra bunun bilincine varmış gibi konuşuyorlar evet.

Mustafa Karaalioğlu: Olabilir, her ikisi de olabilir ama sonuçta zekalarına, eğitimlerine, tecrübelerine baktığımızda bunu o dönemde bir ölçüde fark etmiş olmalılar. Çünkü bir iş yönetiyorsanız üçüncü, beşinci ayında bir özeleştiri her zaman yaparsınız falan. Onu da tartışmayalım ama şimdi bugüne ışık tutuyor. Bir kere anlıyoruz ki zaten aslında büyük çoğunluğumuzun da mutabık olduğu bir görüş, askeri seçeneğin liderleri tarafından da tehid edilmiş oluyor ki bir kere vurmak, sadece vurmak bir yol değil. Evet sayın Özdağ’ın dediğine katılıyorum, Pkk olduğu müddetçe vurmak yani ona mukabele etmek, ona cevap vermek bir yöntem olacaktır ve olmalıdır da. Pkk bir terör örgütü olarak hak ettiği cevabı ... şimdi bir tarafından ekonomik, bir tarafından siyasal, bir tarafından kültürel, bir tarafından sosyal ama genelinde bölgeye karşı sempati ve şefkat ve demokrasiyi içermesi gereken bir sorundan söz ediyoruz. Bu olmadığı müddetçe herhangi bir unsurun çok başarılı bir askeri operasyonun çok sayıda fabrikanın yan yana dizilmesinin ya da çok uzun yollar yapılmasının kıymeti harbiyesi yoktur, bu da bizim 25 yıllık, en azından yakın tarih tecrübemizin doğal bir sonucudur. Türkiye her ne yaparsa yapsın, her ne tecrübeye, hangi yönteme ne kadar itimat ederse etsin öncelikle ve muhakkak bölgeye ilişkin sosyal, demokratik ve insani tavrını bugüne kadar yaptıklarıyla kıyaslanmayacak oranda geliştirmek, potansiyeli artırmak zorundadır. Yani Kenan Evren Kürtçe konuşan memurlarımız olmalı diyordu. Bu da dahil buna. Bölgenin kamu yöneticilerinin atanması özellikle bu 21 vilayetin yani her neyse sayıları da adetleri. Özellikle buraların kamu yöneticilerin tercihinde, sadece valilerinin, kaymakamlarının değil Tedaş müdürlerinin, vergi müdürlerinin de buradan başlayarak ve bugünlerdeki operasyon atmosferinin de fırsat bilinerek yani tam da bu operasyon şeyi fırsat bilinerek. Eğer Türkiye bir operasyon yapacaksa tam da bu yüzden ayrıca bölgenin demokrasiye boğulması lazım. Bunun sorunun bugünlerde konuştuğumuz ve muhtemelen 6 ay sonra unutacağımız operasyon, tezkere bağlamı dışında kalıcılığıyla çok yakından ilgisi var. Bir çok faktör var yani çözüme ilişkin ama aynı zamanda çözüm için de bir çok faktör var. Nedir onlar? İktidar partisi bir faktör, silahlı kuvvetler bir faktör, kürt siyasal elitleri bir faktör, sivil toplum örgütleri bir faktör, muhalefet partileri bir faktör ve aktör hepsi. Bu sorun bunlardan herhangi birinin elini taşın altına koymasıyla çözülecek bir sorun değil. Yani iktidar çözsün, asker bunu yeni cmukla halletsin. Böyle bir sorun değil bu. Bu sorun bu saydığım 5 ya da 6 aktörün en azından 3 ya da 4’ünün birden elini taşın altına koyarak üstesinden gelebileceği bir sorun. Çünkü yılların biriken ihmali var, yılların işte komutanların itirafların da anlaşılıyor. Bir kez daha anlaşılıyor ki yılların biriken ihmalleri bu sorunu taşınmaz hale getirdi. Muhtemelen bazı gerçeklerle yüzleşmemiz gerekecek. Belki bugün o yıllardır yapılan hataların bir sonucu olarak, yıllardır ihmal edilen zamanında yapılması gereken işleri yapmadığımız için karşı karşıya bulunduğumuz bir gerçek de olabilir. Belki bugün optimum çözüm diye bir şey de kalmamış olabilir. Bununla da yüzleşmeye hazır olmamız lazım. Bugün bütün yaraların sarıldığı, günlük gülistanlık bir düzen, bir çözüm de artık imkansız olabilir. Çünkü araya kan girmiştir, şu veya bu şekilde kan girmiştir. Şimdi sorunumuz, becerimiz eğer bir toplum olarak, bir ülke olarak tecrübeden istifade edebiliyorsak yapmamız gereken bunu kansız bir sürece sokabilmek. Çünkü gerçekten o zaman zekamız tartışmalı hale gelecektir. Yeniden Türkiye terörle yıllara girerse, yeniden aynı insanlar, aynı faktörler aynı kamuoyu tavırları, aynı psikolojik hareket, bu çok utanç verici bir şey olur Türkiye için ve korkarım bu kez şöyle bir problemle de karşı karşıya kalırız; o yıllarda Türkiye'nin batısında hiç olmayan bir şey vardı, Doğuda çok daha fazla kan akıyor olmasına rağmen batıda bir Türk-kürt, kürt-Türk gerilimi, yan bakış karşılıklı sertleşmesi yok iken şimdi buna dair ürkütücü bir takım alametler var. Bunun toplumun doğal bir refleksi olduğunu da düşünmüyorum, bunu da söyleyeyim. Yani doğal olarak insanlar askerlerimiz orada şehit olurken burada insanlar bunun hesabını bulundukları bölgedeki Kürtlerden soruyor da değiller. Bunun kışkırtıldığına dair bir kanaatim var ama kışkırtılabiliyor olmasını bile tehlike olarak gördüğüm için söylüyorum. Korkarım bu doğru, yani bu kez eskisi gibi olmayacaktır ve bu kez yıllardır gerçekten Ankara’ya yani batıdakilerin de yani Türklerin de, İstanbul, Ankara, İzmir, Konya, Adana buradaki insanların da Ankara politikalarına bir sadakati varken korkarım bu kez öyle de olmayacaktır. Bu kez bütün kurumlar çok ciddi bir şekilde sorgulamaya muhatap olacaklardır. Yani o yüzden yönetilebilir hale gelmesi ve operasyon, Türkiye çok operasyondan söz etti. Bizzat başbakan çok söyledi, genelkurmay başkanı bunun çok işe yarayacağını söyledi. Nasıl olacağını bilemeyiz. Bu noktaya geldikten sonra bunu yapma ihtiyacı olduğu gün yapmalıdırlar diye düşünüyorum. Çünkü devletin de ciddiyetiyle bağdaşmaz bu kadar operasyon dedikten sonra ama bunun gerçekçi bir şekilde sorunun çözümüyle ilgili bir şey olmadığını bilelim, sorunumuz bu değil. Pkk’yı durdurmak, bir kaç ay daha püskürtmek bir darbe vurmaksa bu yapılır. En fazla da buna yarar diye düşünüyorum ama geride bu sorun madem bir kez daha ısınmış durumdadır, çözümü için bir atmosfer yaratabilir diye düşünüyorum. O yüzden bu fırsatı yani bu problemi fırsata dönüştürmek için kullanmak en büyük karımız olur diye düşünüyorum.

Can Dündar: Çok teşekkürler.

Ümit Özdağ: Ben bir soru sorabilir miyim burada?

Can Dündar: Tabi buyrun.

Ümit Özdağ: Belki optimum çözüme ulaşamayız dediniz. Optimum çözüme ulaşamayız’dan kastınız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkelerinde vazgeçilmesi ve milli devlet modeli dışında bir çözümde uzlaşılması mıdır, yoksa bir başka şey mi kastediliyor?

Mustafa Karaalioğlu: Zaten benim yaptığım analiz optimum çözümü söylüyor. Yani insanların bir arada yaşamaları, bölgenin terörsüz olması, bölge insanlarının Türkiye’ye sadakati. Bölge insanların Türkiye’de yaşamaktan mutlu olmaları anlamında bir çözümden söz ediyoruz.

Ümit Özdağ: Tabi. Onun siyasi çerçevesi için bugünkü siyasal kuruluş ilkelerinin değiştirilmesi gerekirse bundan vaz mı geçilmelidir, yoksa bugünkü devletin temel kuruluş yapısı içinde bu mevcut mudur?

Can Dündar: Öyle bir şey zaten.

Mustafa Karaalioğlu: Siyasal kuruluş ilkelerinden neden vazgeçsin anlamadım.

Ümit Özdağ: Yani üniter devlet yapısından bunun için, hayır değil mi tamam.

Can Dündar: Öyle bir şey söylemedi zaten.

Mustafa Karaalioğlu: Hayır öyle bir şey, öyle bir bağlam yok. Yani bundan neden söz ettiğinizi anlamıyorum.

Can Dündar: Tamam. Altan bey şunu soracağım; şimdi yani aşağı yukarı aynı şey söyleniyor yani bulmakla bu iş çözülmez. Ama bulmadan da olmaz yani çünkü terör saldırısıyla karşı karşıya Türkiye. Peki hem vurup hem şefkat elini uzatmak mümkün müdür? Yani bir yandan da çünkü işte bölgede hani böyle bir operasyonun böyle sıcak karşılanmayacağı gerçeği var biraz önce başkan da söyledi. Dolayısıyla hani hem böyle bir operasyonu askeri boyutta sürdürüp, hem de aynı zamanda sosyal ekonomik politikayı sürdürmek gerçekçi midir? Yani bunu söylüyoruz ama bunun bir dayanağı olabilir mi?

Altan Tan: Şimdi ben sondaki lafı başta söyleyeyim, fazla uzatmadan. Kesinlikle mümkündür.

Can Dündar: Mümkündür?

Altan Tan: Kesinlikle mümkündür. Ondan sonra niye mümkündür anlatayım. Şimdi bir sorunu çözebilmek için önce sorunu doğru tanımlamak ve doğru anlamak gerekir.

Can Dündar: Siz ilk turda dediniz ki; bunun kökeni ekonomik değil.

Altan Tan: Evet.

Can Dündar: O zaman yani ...

Altan Tan: Salt ekonomi evet. Sorunun doğru düzgün tanımlanmadan söyleyeceğiniz her şey havada kalır. Yani önce sorunu doğru olarak tanımlamak gerekir. Türkiye'nin geçmişine dönüp bir bakması lazım. Bir imparatorluğu vardı bu coğrafyada. Milyonlarca kilometrekareden oluşmuş bir imparatorluk. 20 küsur halktan, mezhepten ve etnisiteden oluşmuş bir yapı. Bu yapı birinci dünya savaşı’nda zorlan ve cebren tavsiye edildi. Şimdi biraz evvel Özdağ diyor ya; kuruluş sayın Özdağ diyor işte kuruluş ilkelerimizden vaz mı geçeceğiz falan. Kuruluş dönemimize bir bakalım. Yani bize zorla dayatılan, cebren dayatılan, hileyle dayatılan bir sonuç var birinci dünya savaşında ve ben Türkiye’de devlet adamları adına tarihimiz adına üzülüyorum, gerçekten üzülüyorum. 622 yıl dünyaya hükmetmiş bir gelenek var, son dönemi diyorum Osmanlı imparatorluğu’nda. Osmanlı imparatorluğu’nun en büyük başbakanlarından, sadrazamlarından biri Sokullu Mehmet Paşa, aynı Sokullu Mehmet Paşa’nın öz kardeşi Sırbistan patriği. Hani bu kadar farklılıkları yani çelişki gibi gözüken şeyleri bir imparatorluk beraber yönetmiş.

Mustafa Karaalioğlu: Sokullu’nun sırp olduğunu söyle de o zaman yani çelişki olmasın.

Altan Tan: Tabi sırp, sırp devşirmesi tabi. Ermeni patriğini İstanbul’a getirmiş Osmanlı padişahları. Süryani patriği 1932’ye kadar Mardin’de oturmuş, Deyrül Zaferan’da oturmuş böyle bir gelenek var. Bağdatlı Arap Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazam yapmış. Ermenilerden bakanlar yapmış, böyle bir gelenek bugün bir sorununu çözemiyor. Yani ya bizim zekamızda Allah korusun bir problem var veya biz geçici bir hastalığa tutulduk, yani devlet adamı çıkaramama, sorunlarını çözememe, Botan miri Bedirhan Paşa Osmanlı ile 7 sene çarpışmış, 1847’de teslim olmuş, Osmanlı imparatorluğu Bedirhan Paşa’yı asmamış, Girit’e göndermiş 19 sene, Şam’a göndermiş paşa yapmış, 8 oğluna da paşalık vermiş İstanbul Selimiye kışlası kumandanlığı dahil.

Can Dündar: Sayın Özdağ diyor ki; Avrupa Birliği yüzünden, yani Avrupa’nın kışkırtması yüzünden.

Altan Tan: Efendim ne alakası var?

Ümit Özdağ: Hayır bir dakika.

Altan Tan: Ne alakası var, hiçbir alakası yok.

Ümit Özdağ: Bir dakika, bir dakika.

Can Dündar: Yani en azından bunun .....

Ümit Özdağ: Söz alacağım, o zaman söylerim.

Can Dündar: Peki geleceğim size.

Altan Tan: Sultan Abdülhamit Nehri isyanının lideri Seyit Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdülkadir’i İstanbul’a getirmiş Danıştay başkanı yapmış, şurayı devlet başkanı yapmış cumhuriyet onu Diyarbakır’da idam etmiş. Yani biz önce bir nereden geldik, hangi zemindeyiz, nasıl buraya geldik bize cebren ve hileyle zorla dayatılan kararları biz kıyamete kadar kabul etmek zorunda değiliz. Biz kendi siyasi interlantımıza, kültürel interlantımıza oturmak zorundayız. İşte kürt sorunu da bu çerçevede bakıldığı vakit devasa bir sorun gibi gözükse bile küçücük bir sorundur çözülmesi açısından. Etnik bir sorundur, kimlik sorunudur, doğru tanımlanması lazım, salt ekonomik değildir, ekonomik sosyal ve siyasi bir sorundur. Kürt sorunu ayrıdır, terörizm ayrıdır, terörist ayrıdır, terör ayrıdır, Barzani ayrıdır, Talabani ayrıdır, Pkk ayrıdır. Yani bunları önce bir birbirinden tasnif etmek lazım. Her şeyi sosyolojiye göre, siyaset felsefesine göre, siyaset bilimine göre önce yerli yerine oturtmak lazım ondan sonra kademe kademe terörizm nasıl çözülecek, teröriste ne yapacak, terör nasıl engellenecek, Barzani ve işte Talabani ile ilişkiler ne olacak, Pkk’ya ne yapılacak, kürt sorunu bir kimlik sorunu mudur, bir ulusal sorun mudur, bireysel haklar mıdır, ulusal haklar mıdır, bunun ekonomik çözüm paketi rehabilitasyonu bölgenin nasıl sağlanacak, sosyal yaralar yani bir siyasi af da dahil olmak üzere nasıl gündeme gelecek? İşte bu komple bir siyasi projedir ve dış devletlerin yani Avrupa Birliği’nin büyük OrtaDoğu projesinin mimarları Amerika, İsrail ve İngiltere’nin, Rusya’nın, Çin’in, İran’ın, Suriye’nin tek tek buradaki fonksiyonları nedir? Biz büyük OrtaDoğu projesini birebir uygulamak zorunda mıyız, yoksa Rusya ve İran’ın Çin’in istediği gibi, Avrupa Birliği’nin istediği gibi tam karşısına mı geçmeliyiz, yoksa bizim bir üçüncü tezimiz mi olmalı? İşte bunların hepsi devlet adamlığı ister, 25 tane Kürdistan beyi ile oturup anlaşan bir Yavuz Sultan Selim bugün yok. Bir Kanuni Sultan Süleyman yok ferman yayınlayan, bir Sultan Abdülhamit yok, maalesef bir Churchill, bir .... hatta hatta Rusya’yı toparlayan bugün bir Putin ayarında siyasi irade lazım Türkiye’ye. Türkiye bu sorunu çok kolay çözer. Yani bir dönüp gerisine bakıp şöyle silkinip ayağa kalksa bu sorunu çok kolay çözer, nasıl çözer? Bütün kimlik ve demokratik haklarını içeride bir an evvel sayın Karaalioğlu’nun da dediği gibi verir, Kuzey Irak’taki kürt devletini imha değil kendi eliyle inşa eder. Özal’ın dediği gibi ve bizim üstadımız, hemşerimiz, Diyarbakırlı büyük düşünce adamı Sezai Karkoç’un dediği gibi Kürtlerle, Türkler federasyon kurar, Suriye ile gümrüğü kaldırır, vizeyi kaldırır, İran’la aynı şeyi yapar ve bölgesel bir güç haline gelir Türkiye, sorunlarını ç özer. Avrupa Birliği, Amerika, büyük OrtaDoğu projesi, Rusya, Çin’in de hesabını yapar. Sultan Abdülhamit’in bir meşhur lafı var, diyor ki; 33 sen ben batılı devletlerin birbirine düşmelerini bekledim, yani o günü bekledim siyasetimi uygulayabilmek için, ben düştüm onlar ondan sonra birbirlerine düştüler.

Can Dündar: Teşekkür ederiz sayın Tan.

Altan Tan: Yani yoksa bunlar İsveç kralı demirbaş şarlı İstanbul’a getirmişiz, Gürcistan kralını Trabzon’da ağırlamışız. Yani böyle bir geleneğimiz var. Böyle bir gelenekte bu sorunun çözümü ve ....

Can Dündar: Siz daha emperyal bir vizyonla bakmak gerektiğini düşünüyorsunuz.
Altan Tan: 1918’e kadar, 19’a kadar bütün bu coğrafya kültürel olarak da, dini olarak da, inanç olarak da bir havzadır. Irak’ın toprak bütünlüğünü tutturmuşuz, Irak’ı İngilizler kurdu bugün parçalamak istiyorlar. Tıpkı eski putperest Araplar gibi. Put yapıyorlardı, acıktıkları zaman yiyorlardı. Bizim sorunumuz değil ki, biz ne yapacağız bugün? Yani biz bu bölünmüşlükten veya bu yeniden dizaynda büyük OrtaDoğu projesinde hangi role oturacağız? Bizim siyasetçilerimiz ve devlet adamlarımız nasıl bir irade ortaya koyabilecekler? Koyabilirlerse ayağa kalkacağız, koyamazlarsa maalesef Allah korusun, Allah göstermesin bataklığın içine gireceğiz.

Can Dündar: Teşekkür ederim. Sayın Tan’ın görüşleri bunlardı. Birazdan bu görüşleri sayın Özdağ’a soracağız. Kürt devletinin kuzeyimizde bir kürt devletinin oluşumuna imha değil inşa edilmesine katkıda bulunmalı Türkiye. Bu da bir görüş ve bu görüşü tartışmaya açacağız birazdan, bizden ayrılmayın lütfen.

Can Dündar: Güneydoğu’da askeri seçenek dışında başka ne seçenekler var önümüzde, ne yapmalıyız? Bunu tartışıyoruz. İkinci turda biraz daha somut önerilere geldik ve sayın Tan’ı dinledik. Şimdi sayın Özdağ’a soracağım. Yani Türkiye'nin böyle bir emperyal vizyonla bakması gerektiğini belki bölgeye söylüyor sayın Tan.

Ümit Özdağ: Aslında sayın Tan ....

Can Dündar: Yani asıl Kuzey Irak’taki kurulacak devlete bu kadar korkuyla bakmamak, hatta inşa etmek gerektiğini söyledi.

Ümit Özdağ: Yani sayın Tan aslında önümüze öyle bir portre koydu ki sanki devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş esasları Lozan’da 22’de değil de 1918 Mondros’da atılmış gibi. Bu doğru değil, Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmle savaşın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Şimdi gelelim ikinci boyuta hemen sıçrayalım. Türkiye Kuzey Irak’taki yapıya, Kuzey Irak’taki insanlara Kürtlere düşmanmış gibi bir tablo hep çiziliyor belirli çevreler tarafından. Oysa Türkiye'nin politikası şu, diyor ki; 1-Birleşmiş Milletler üyesi bir ülke bölünmesin. 2-bu ülkenin toprakları bize karşı bir terör üstü olarak kullanılmasın. 3-bu ülke içerisinde etnik temizlik ve kültürel temizlik yapılmasın. Bunların hepsi demokrasinin, insan haklarının ve uluslararası hukukun en temel ilkeleridir. Bakın şimdi size bir şey göstermek istiyorum; sayın Tan biraz önce Osmanlı’dan, emperyal vizyondan, o vizyonla oraya bakmamız gerektiğinden bahsetti. Bugünkü bir gazete, Yeniçağ gazetesi’nde Erbil’den bir Osmanlı mezarının fotoğrafı. Barzani bu mezarlığın üzerine inşaat yapıyor. Bu doğru mu? Kerkük’ten sürdüklerinden bahsetmiyorum, en insani şeylerden bir tanesinden bahsediyorum. Bu sizin dedenizin, benim dedemim veya sizin dedenizin mezarı da olabilir. Ben Erbil’i biliyorum Erbil boş bir yer. Erbil’de istediğiniz yere inşaat yapabilirsiniz ama getirip bir Osmanlı mezarının üzerine inşaat yapıyorsanız Türkiye’den dostluk beklemeyin. Ama buna rağmen ....

Can Dündar: ... Kürtler değil Barzani yönetimidir bizim asıl şeyimiz, onu görüyorsunuz.

Ümit Özdağ: Evet tabi Barzani yönetimidir, bunun altını çizelim. İkincisi bakın Türkiye sadece Kuzey Irak’ta bir kürdistan’a değil, aynı zamanda Kuzey Irak’ta bir Türkmen eline de karşı oldu. Türkiye Kuzey Irak’ta sadece Kürtlere devlet kurmayın demedi, Türkmenlere aynı şey söyledi. Sakın dedi bir bağımsızlık mücadelesi falan vermeyin, demokratik bir Irak içerisinde sınırlarınızı değiştirmeden yaşamanızı sürdürmeye devam edin. Bu süreçte Türkiye Barzani’ye ve Talabani’ye 1990’lı yıllar boyunca 2003’e kadar çok boyutlu olarak yardım yaptı. Barzani’ye verilen sadece nakit para miktarı 125 milyon dolardır. Talabani’ye verilen para 25 milyon dolardır. Bunun içinde Barzani’ye ve Talabani’ye verilen sağlık yardımlarını saymıyorum. Reçel, fasulye, nohut bunları saymıyorum. Elbiseleri saymıyorum.

Can Dündar: Neyi sayıyorsunuz yani nedir bu saydığınız para?

Ümit Özdağ: Bunların hepsi Barzani’ye yardım olarak verilmiştir. Sınır kapılarından Barzani’nin ve Talabani’nin istedikleri malı gümrüksüz geçirmeleri sadece onlara destek olsun diye kabul edilmiştir ve biraz önce söylediğim gibi yani Chp dedim yeni bir teklif getirmiyor. Seçin yollayın Türkiye’de üniversitelerde çocuklarınız okusun denmiştir.

Can Dündar: Bu sonuç vermedi mi diyorsunuz? Ters sonuç verdi mi diyorsunuz?

Ümit Özdağ: Bakın bunun karşılığında aldığımız nedir? Bunun karşılığında aldığımız şudur, 2003’ten bu yana. 2003 sonrasında da Akp bir siyaset geliştirmiştir. Ahmet Davutoğlu demiştir ki, dış politikayı çizen kişilerden bir tanesi, bu bir teoridir. Nasıl Almanlar Hitler zamanında ordularıyla yapamadıklarını daha sonra ekonomileriyle yaptılarsa bizde bir ekonomik açılım gösterelim ve bu ekonomik açılımla piyasayı bu piyasayı kendimize çekelim. Bu teorik olarak doğrudur, genel olarak doğrudur ve yapılması gereken de bu bölgenin ekonomisinin Türkiye ekonomisine entegre edilmesidir. Zaten bu bir süreç olarak işliyor. Bakın ben 1996’da bir ekonomik yardım projesi çerçevesinde dışişleri bakanlığında düzenlenen bir heyetin başkanı olarak Kuzey Irak’a gittim. 2003’den çok önce de Erbil sokaklarında, Süleymaniye sokaklarında şöyle yazıyordu; burada Türk malı satar. Bu şu anlama geliyordu; burada kaliteli mal satar. Türkiye bunun için bir gayret de göstermiyordu. Ekonominizin büyüklüğü bunu zaten yapıyor. Ama 2003’den bu yana Türkiye bütün iyi niyetini göstermesine rağmen aldığımız cevap ne oldu? Terörün desteklenmesi oldu. Bakın ben burada böyle afaki şeylerden bahsetmiyorum. Kamerayla çekilmiş milli güvenlik kurulu’nda hükümetin bütün üyelerine gösterilmiş filmlerden bahsediyorum. Türkiye içerisinde pankürdist faaliyetler yapmak oldu, Güneydoğu Anadolu’da Barzani’nin kitaplarını dağıttırması, köy düğünlerine altın yollaması, hatta ve hatta seçimlerde Hakkari il’inden bir çok insana kimlik verip Kuzey Irak’a götürüp, Kuzey Irak’ta seçimlerde oy kullandırması gerçekleşti. Şimdi bütün bunların sonunda öyle bir noktaya geldik ki artık daha fazla Türk askerinin kanı üzerinden ticaret yapmanın tahammül edilemez bir boyuta ulaşmasıyla karşı karşıyayız.

Can Dündar: Dolayısıyla Barzani midir hedef böyle bir askeri operasyonda?

Ümit Özdağ: Evet Barzani ve Talabani olmalıydı. Ancak burada hükümet şöyle bir yanıltma yapıyor, diyor ki; efendim biz Kuzey Irak’a tümüne yönelik bir ekonomik ambargo uygulamayalım, bunu sadece Barzani ve Talabani’ye karşı uygulayalım. Bu Türk milletinin aklıyla alay etmek demektir. Çünkü Barzani ve Talabani aşiretleri Kuzey Irak’ta hayatın her alanına hakimdir. Onlara bir ambargo uygulayıp Kuzey Irak’ın geri kalanına ambargo uygulamamanız söz konusu, böyle şey olamaz değildir. Peki biz şunu mu söylüyoruz; efendim öyle bir şey yapın Güneydoğu’da ticaret dursun, Güneydoğu insanını cezalandırın, hayır. Bakın söylediğimiz şu; Şubat 2004’de bu raporda bunların hepsi ki hükümet bunların aşağı yukarı yarısını son Mgk’tan çıkan ve önüne gelen şekilde gördü. Hayır ticaretin eksenini kaydıralım. Habur’dan alalım, Akçakale’ye çekelim, Nusaybin’e çekelim Irak’la ticaret devam etsin. Böylece doğrudan ilk aşamada Barzani’ye vereceğiniz yıllık zarar 400 milyon dolar. Bazıları diyorlar ki; efendim bunun etkisi olmaz. Bakın İran 5 sınır kapısını kapattı Kuzey Irak’la, bir hafta sonra Barzani gitti ve yalvardı, lütfen bu sınır kapılarını açın diye. Her sınır kapısından Barzani’nin günlük kaybı 5 milyon dolardı. Habur’u kapattığınız zaman ortaya çıkacak zarar çok daha büyüktür. Yani ekonominizi güç olarak çift taraflı kullanırsınız. Nasıl? 1-ekonominizi entegrasyon için kullanırsınız, bu yöntemdir bu güçtür ama bununla sonuç alamadığınız zaman, bununla terör desteklenmesini engelleyemediğiniz zaman, o zaman ekonominizi ambargo şeklinde geri çevirirsiniz ve dersiniz ki; bir dakika arkadaş, ya sen Türkiye’ye yönelik yıkıcı faaliyetlerini durdurursun, terörü desteklemeyi durdurursun, Kuzey Irak’ta ve Musul vilayetinde, Kuzey Irak ve Musul vilayeti farklı şeylerdir. Musul vilayeti Musul ve Kerkük’ün de dahil olduğu daha geniş alandır. Etnik temizlik politikalarını durdurursun, kültürel temizlik politikalarını durdurursun ....

Can Dündar: Ya da ben?

Ümit Özdağ: Ya da ben bunu yaparım ama Akp hükümeti bunu yapacak mı, hayır. Akp hükümetinin ben Barzani’ye yakında bir madalya vermesini bekliyorum Türk devletine hizmet madalyası.

Altan Tan: Rasyonelce bir şey sorabilir miyim?

Ümit Özdağ: Bitireyim ondan sonra.

Altan Tan: Tamam.

Can Dündar: Bitirin isterseniz.

Ümit Özdağ: Biliyorsunuz Suudi Arabistan bundan kısa bir süre önce Osmanlı’dan kalan bir kaleyi yıkmıştı, şimdi Suudi kralı Türkiye’de üstün hizmet madalyası aldı. Şimdi bu mezarların yıkılmasından sonra herhalde Barzani’ye aynı madalya verilecek, bu kararsızlığın sonucudur.

Can Dündar: Teşekkür ederim.

Altan Tan: Şimdi ben bir soru sorabilir miyim sayın Özdağ’a konunun daha iyi anlaşılabilmesi için.

Can Dündar: Sorun peki ondan sonra Sönmez’e vereceğim.

Altan Tan: Şimdi bir sefer üslubu çok provakatif buluyorum, o mezar nedir, neyin nesidir bunun tartışmasına girersek bizim günahımız herkesten fazla. İsmet paşa döneminde Osmanlı devlet arşivleri hurda kağıt diye Bulgaristan’a satıldı. Yani ben bu konuların detayına girsem, neler yapıldığını ama girmiyorum.

Can Dündar: İsterseniz tarih boyutundan çıkıp biraz bugünü konuşalım.

Altan Tan: Soracağım soru şu.

Ümit Özdağ: Sayın Tan yani onu bende çok eleştirdim ama mezarlıkların üzerine inşaat yapılmakla .....

Altan Tan: Ama üslup provakatif.

Ümit Özdağ: Bakın hale varsa diyorsunuz.

Altan Tan: Bir resim çekmiş ne bileyim canım babasının mezarı mıdır, dedesinin mezarı mıdır belli değil ki. Ben şimdi size başka bir şey soruyorum; Barzani’yi, Talabani’yi istediğiniz çizgiye getirdiniz veya getiremediniz, Pkk bitti. Şu veya bu şekilde bitti, askeri operasyonla bitti, Amerika’yla bitti, bitti. Siz Irak’taki kürt federer yönetimini tanıyacak mısınız? Dost ve kardeş bir yapı gibi, tıpkı Azerbaycan gibi, Kazakistan gibi, Kırgızistan gibi, Türkmenistan gibi görecek misiniz? Barzani ve Talabani’yi de değiştirelim, istediğiniz yöneticileri getirin, Pkk de çıksın devre dışına gitsin, tanıyacak mısınız? Yani gerçekten samimiyseniz tanıyacak mısınız?

Ümit Özdağ: Bu soru bana yönelik bir soru mu?

Altan Tan: Evet size.

Can Dündar: Kısa bir cevabınızı alayım, sonra devam edelim.

Ümit Özdağ: Yani Irak’ın geleceğine tabiki Irak halkı öncelikli olarak karar verir, ancak Irak’ın geleceği Irak halkının kararıysa burada Kerkük’te, Telafer’de yapılan etnik temizlik hareketleri de göz ardı edileme.

Altan Tan: Onlar da olmadı.

Ümit Özdağ: Bunlar da eğer yapılmaz ise Kuzey Irak’ta, Musul vilayetinde herkes demokratik haklarını elde ederse Süleymaniye, Erbil ve Dohuk eksenli Türkmenlere de kendi haklarını temin eden bir şeyin önünde bir Türkiye'nin hiç duracağını zannetmiyorum.

Altan Tan: Peki Türkiye böyle bir politika izlesin, yani Amerika gidip Pakistan’da iktidar değiştiriyor, OrtaDoğu’yu değiştiriyor. Türkiye komşularında bir kültürel, siyasi müdahale, entegrasyon, yönlendirme yapacak güçte değil mi?

Ümit Özdağ: Sayın Tan bunun muhatabı ben değilim, bunun muhatabı hükümettir. Onu hükümete sorun.

Can Dündar: Ne dersiniz ... yani burada iki görüş belirdi. Ekonomiyle oraya el uzatıp oraya hakim olmak, ekonomiyi kullanarak cezalandırmak aslında.

Mustafa Sönmez: Aslında ben şuna şaşıyorum; yani bizi oradan ziyade kendi içimiz ilgilendirmiyor mu? Yani biz niye Kuzey Irak’la bu kadar ilgiliyiz kendi içimizle Güneydoğuyla bu kadar ilgili değiliz? Şeye benzetirsem yanlış mı olur acaba; bir baba düşünün kızı var, kızını çok seviyor. Etrafında da kızını ayartmaya çalışan bir takım insanlar var. Kızına güvenip, onunla ilişkisini güçlendirip ona inanmak yerine sürekli onu ayartmak isteyenleri dövmek, rüşvet vermek, ayartmak vs. ye benziyor bizim ilişkimiz yani. Niye uğraşıyoruz ki biz Talabani, Barzani ile. Biz insanımıza güvenmiyor muyuz? Bizim bütün kaybımız şu; biz insanımıza güvenmiyoruz, yazık.

Can Dündar: Güvenmiyor muyuz peki kızımıza?

Mustafa Sönmez: Yani insanımıza niye güvenmiyoruz? Niye onun ayartılabilir, bir anda ihanet edebilir, sırttan bizi hançerleyebilir gibi görüyoruz? Buna inanıyor muyuz gerçekten, yani Türkiye'nin Kürtleri bir anda Türkiye’ye sırt çevirip birlikte bunca mücadele verdikleri, savaş kazandıkları, kan döktükleri insanlara sırtlarını çevirip Barzani ve Talabani’yi mi yüzlerini dönecekler? Bu mudur korkumuz, buna mı inanıyoruz gerçekten? Eğer böyleyse hakikaten çok yazık. Bence zaten iflas burada başlamıştır. Bizim insanımıza güvenmemiz lazım. Bizim Güneydoğu’daki kürtümüze güvenmemiz lazım, kendi kürtümüze güvenmemiz lazım ve şuna çok emin olun; yani insanlar bu toprakları, bu vatanı bırakıp da yüzlerini Barzani’ye, Talabani’ye filan dönmezler. Bundan bir kere emin olalım, bir kere rahat olalım. Yani bunun rahatlığı içerisinde hareket edelim. Bunun sadece bölge için bütün Türkiye için hissedelim. Yani biz bölgeden filan bahsediyoruz, sanıyoruz ki sadece Kürtler orada filan yaşıyorlar. Kürtler filan orada yaşamıyor bütün Türkiye’ye yaşıyorlar. İstanbul’un yüzde 20’si Doğu, Güneydoğu Anadolu Doğumlu. Yani 13-12 milyonluk bir İstanbul’da şu anda işte yüzde 20’si Doğu, Güneydoğu Anadolu. Demirel öyle diyordu ya; yani Kürtlerin esas yaşadığı yer İstanbul’dur diye. Bu bütün Türkiye’de böyle geçerlidir. Şimdi nedir yani bütün Kürtler Türkiye’ye sırtlarını dönüp Talabani, Barzani’ye mi gidecekler yapmayın yani, yazıktır yani. Bu tartışmalar abestir. Yani Chp niye politikayı Kuzey Irak’tan başlatıyor ki? Önce kendi içimizde bir şey yapın, kendi ailemizin içini bir düzenleyelim. Yani kendimizi sakinleştirelim, kendimizi bir sevelim, birbirimize bir güvenelim. Yani nedir bu düşmanlık? Bırakalım bunu yani kürt, evet kürt işte herkes en şahin paşasına kadar herkes diyor ki; yani biz yanlış eğittik, yanlış eğitildik diyor. Yani bunlar kürttür, bırakın bunlar dillerini konuşsunlar, edebiyatlarını yapsınlar, müziklerini yapsınlar, kendi kültürlerini yaşasınlar gerçek de budur. Bakın en şahini bile eninde sonunda bu noktaya gelmiş, Evren’ine kadar yani.

Can Dündar: Peki bir de şu görüş var; yani bunların bir kısmı yapıldı ama hani çare olmadı diyen de bir kesim var. Yani işte diller konusunda, müzik konusunda dil yasağıydı, müzik yasağıydı. Belli adımlar atıldı ama en azından belli çevreler bunu hani bir taviz verildi ve karşılığında yine terör durmadı gibi algılıyor.

Mustafa Sönmez: Böyle bir şey yok.

Can Dündar: Yetersiz bir şey mi yapıyor?

Altan Tan: Ak Parti yüzde 60 oy aldı bu bölgede.

Mustafa Sönmez: Bakın şu anda ....

Can Dündar: Ama parti politikasının ötesinde bir şey yani.

Mustafa Sönmez: Hayır Ak Parti’nin oy almış olması bunun kanıtı falan filan değil. Yani Ak Parti’nin Türkiye çapında oy alması başka şeylerle açıklanır ....

Can Dündar: Yani nedir eksik olan? Halen bu politikada eksik olan nedir?

Mustafa Sönmez: Şimdi bu politikada eksik olan samimiyettir, gerçekten samimiyettir. Halen insanlara güvenmemektir, halen insanlara ihtiyaç duydukları, işi, aşı götürmemektir. Bakın benim yakın tarihlerde ziyaret ettiğim insanlar Güneydoğu’da bana şöyle şeyler anlattılar; Pkk dağ kadrosu artık devşirebiliyor, insanlar dağa çıkmıyorlar. Dağa kadro devşirebilmek için para kullanıyor. Simsarlar var, simsarlar işsiz ailelerden gençleri para karşılığında alıp dağa gönderiyorlar bu simsarlar aynı zamanda işsiz aileden gençleri alıp İstanbul’daki kapkaç çetelerine ve mafya çetelerine gönderiyorlar, yani durum budur. Şimdi bu insanlar siz eğer iş ve aş götürmezseniz bu insanlar size güvenmezler, bu insanlar size açtığımız kucağa da güvenmezler yani dolayısıyla samimi olmak lazım. Yani samimiyet yok. Şimdi yani örneği ne veriyoruz? 25 senedir, 30 senedir bir gelişme olmamış. Yani yörede gelişme var ama her yerde var. Yani işte Türkiye gelişti, Diyarbakır, Urfa’yı görmüyor musun? Tamam görüyoruz da yani Angola, Namibya’da gelişti ona bakarsanız. Dünya sürekli yerinde durmuyor ama bu nimetlerden yeterince yararlandırılmıyor, yeterince bir tutarlı politika yok. Bir kere insanlar bunun farkındalar ve giderek derinleşen gerçekten bir şey var, yani insanlar köylerinden koptular kentlere yığıldılar. Bakın bütün Diyarbakır nüfusunun yüzde 55’i Diyarbakır merkezinde yaşıyor ve inanılmaz bir işsizlik, inanılmaz bir şey var. Aynı şey Urfa için geçerli, aynı şey Van için geçerli. Yani bu merkezlerdeki şeylere acil çözümler bulunması lazım. Bunlar da gerçekten böyle sihirli değneğin dokunarak değiştirebileceği şeyler değil ama bir kere her şeyden önce bu ayrımcılığı, bu kimliğin reddini, bu kürtün Türke, Türkün kürte vurdurulması, kırdırılması zihniyetinin parçalanması ve bunun karşısında durulması gerekiyor. Yani bunu Türkiye çapında yapmak gerekiyor.

Can Dündar: Çok teşekkürler.

Mustafa Sönmez: Bunu yapmadan yani bölgesel vs. şeyler çok palyatif ve manasız kalır.

Can Dündar: Çok teşekkür ederim. Kısa bir ara daha vereceğiz, ondan sonra hem sizlerin yorumlarını, hem stüdyodaki arkadaşlarımızın sorularını alacağız.

Can Dündar: Evet konu çok sıcak olduğu için sizlerden de yoğun mesajlar alıyoruz. Bir kaç örnek biraz önce Erbil’den evet sizde aldığınız telefondan bahsedebilirsiniz, ben izleyicilerimizden gelen bir kaç mesajdan örnek okuyayım. Emre Ekinci diyor ki; sivil açılım sadece maddi ve ekonomik yatırımlarla olur mu? Yusuf Bulut diyor ki; toprak reformu yapılmadığı için terör batağına düştük fikrine katılır mı konuklarımız diyor. Dinç Ertan Eskişehir’den; şehir şehir ön planda yatırım yapılması, geliştirilmesi gereken sektörler nelerdir? Daha teknik bir şey soruyor.
Ali Küküçada; Dtp kimliğiyle bir partinin mecliste faaliyet göstermesi kürt sorununu çözmeye yardımcı olacak mı, olabiliyor mu diye sormuş ve Cemil Gülen; Türkiye'nin bir çok il’inde, ilçesinde Güneydoğu’daki gibi ekonomik ve sosyal sıkıntı yaşanırken neden bir tek Güneydoğu’da bölgeye özel acı sorunlar yaşanıyor diye sormuş konuklarımıza. Ne dersiniz, bu sonuncusuyla başlayalım.

Mustafa Karaalioğlu: Şimdi o soru aslında yani burada da bu akşam konuştuk, Güneydoğu geri kalmış ama aynı zamanda Karadeniz de, İç Anadolu da, hatta Ege’nin karasal bölümünde de çok geri kalmış yerlerimiz var, doğru. Türkiye'nin yanlış hatırlamıyorsam 51 il’i 1.000 doların altında. Yani 51 il’i yoksul Türkiye'nin, yani bir yoksulluk skalası varsa. 51’in en yoksul ili de Güneydoğu’daki il’ler değildir, daha yoksul yani o ilk 20’de başka il’ler de olabilir. Sorun tam da bu zaten, yani iki açıdan bakılacak bir şey. Yani yoksul olduğu için mi bölgeyle biz problemliyiz? Değil, yoksulluk değil sorun.

Can Dündar: Kimlik mi?

Mustafa Karaalioğlu: Tabiki kimlik. Yani yıllarca reddedilen, yıllarca kürt oldukları bile bin nazla ve halen daha bir bütünlükle kabul edilmeyen insanlar, kötü davranılmış insanlar, şefkatsiz davranılmış insanlar, şefkatsiz davranılmış insanlar, potansiyel düşman olarak görülmüş insanlar, itilmiş kakılmış insanlar. Bütün hepsi mi, değil. Belki İstanbul’da yaşayanlar daha rahat falan filan ama sonuçta kürt realitesi yani Süleyman Demirel’in tanımlayarak lütuf etmiş olduğu yani şüphesiz bir aşamaydı ama bir yanda bir lütuf gibiydi. Öyle olduğu için zaten sorun var. Evet yoksulluk değil sorun, yani neden Karadeniz’deki, Kastamonu’daki, Çankırı’daki isyankar değil, neden sorunlu değil, neden surat asık değil çünkü onun kimliğiyle ilgili bir sorunumuz yok.

Can Dündar: O halde çözüm de burada mı yani kimlik meselesinden mi gitmeliyiz?

Mustafa Karaalioğlu: Tabi.

Can Dündar: Biraz önce Mustafa beye sorduğum soruyu size de sorayım, yani bir takım adımlar atıldı, niye sonuç alınamıyor ya da o adımlar yetersiz mi samimiyet mi onun dediği gibi?

Mustafa Sönmez: Ben sonuç alınmadığı kanaatinde değilim. Şimdi olay ....

Can Dündar: Terör açısından söylüyorum ben, terörü durdurmak açısından.

Mustafa Karaalioğlu: Şimdi son partide, son bir kaç ayda ya da son bir yılda Pkk neden yeniden aktif hale geldi şimdi buna bakalım. Bu Pkk bütün Kürtlerin kültürel, siyasal, sosyal, ekonomik haklarının ombudsmanı bir örgüt olarak ölçtü, tarttı ve evet benim bölgedeki insanlarım bu alanlarda gerileme var deyip harekete geçmedi. Pkk’nın kendi gündemi var, Pkk bizim zannettiğimiz gibi sadece Amerika tarafından yat yat, kalk kalk davranan bir örgüt de değil. Pkk bir dizi nedenden dolayı, bunların içerisinde tam da bu bir takım işler yapıldı, sonuç alınmadı tezini çürüten durumlar da var. Bir takım işler yapıldı, sonuçta bence en azından Pkk’nın bölgeyle ilişkilerini zayıflatan, Pkk’nın bölgedeki siyasal gücünü azaltan, Pkk’nın muhtemelen eskiye oranla yani muhtemelen demek abartı olur, öyle. Eskiye oranla daha az adam dağa çıkartabilme durumuna gelmesi, Pkk’ya karşı bölge halkının yeter artık, bu yolunuz yol değil diyebilmeye başlamasından kaynaklanan ve bunların üzerinde artık OrtaDoğu coğrafyasında, OrtaDoğu siyasetinde bir anlam ifade etmeme tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi. Öcalan’ın durumuyla ilgili artık tanrılaştırdıkları bir kaygı taşıyor olmaları falan, bir dizi sorun yüzünden Pkk aktif duruma geldi.

Can Dündar: Belki bu politika sonuç vermedi değil, tersine verdiği için terör tırmandı belki de.

Mustafa Karaalioğlu: Tabi bir ölçüde bu politikalar sorun veriyor ama bu politikalar çok mükemmel bir şekilde eksiksiz ve tam da bu sorunu çözmek üzeredir diyemeyiz ama bu politikalar sonuç veriyor. Ben şeye katılmıyorum; devlet fabrika açsın, o artık geçmişte kaldı. Böyle bir yanlış yola girmeyelim derim ben. Bölgedeki bütün özel sektör yatırımlara bakalım, onların istatistikleri de konuşulsun. Özel sektörün yatırım yapabilir hale gelmesidir sorunun çözümüne dair en ciddi işaret. Bunlar yanında devlet ....

Mustafa Sönmez: Verilmiş bütün teşviklere rağmen yüzde 2.2’dir.

Mustafa Karaalioğlu: Tabi işte bu gelişsin, bu gelişsin diye söylüyorum.

Mustafa Sönmez: Yaramıyor, İşe yaramıyor.

Mustafa Karaalioğlu: İşte belli ki devletin fabrika yapması da yaramadı ki terör doğru sonra.

Can Dündar: Yatırım yapmadı ...

Mustafa Sönmez: Hayır yatırım yapmaya devam etseydi bu boyuta varmazdı. O yatırımlar kaldırıldığı için et balık süt endüstrisi kurumları kaldırıldığı için, devlet oradan elini çektiği için işsizlik bu boyutlara vardı.

Mustafa Karaalioğlu: Et balık fabrikalarının açık olduğu dönemler de Türkiye'nin en ... yıllarıydı, olmuyor onlar, çok birebir etki yaratmıyor ama özel sektörün cesaretle bir yatırım yapabileceği bir zemin olmasıdır sorunun çözümüdür. Şimdi buradan meseleye bakmak lazım ve devletin fabrika yapmak yerine şu anda bir ölçüde yapılan son dönemde bu pozitif ayrımcılık diyebileceğimiz yani okul kampanyaları, yani okula gidene parasal kampanyalar ve orada bir takım başka zeminler yaratma işinin cesaretlenmesi bu kapasitenin artması lazım. Şimdi bu zemin, buna bakalım. Pkk için her türlü sabit durum eylemsizlik ve tavsiye sürecinin başlaması. Pkk bir anlamda gövde gösterisi yapıyor gibi görünüyor bir yanda da can havliyle yapıyor. O yüzden bu son dönemdeki politikasının ölmek ve öldürülmek üzere kurulu olduğunu görmek lazım. Yani hem çok öldürmek zorunda, hem de çok ölmek zorunda ki bölgeye ya da işte kürt kimliği üzerinden o en tatsız ve en radikal, en şahin kanattan bir güç devşirebilsin ve işte Barzani ile bir yandan, Amerika ile bir yandan bölgede bir varlık gibi kendini tanımlayabilsin. Yoksa bırakın Amerika’nın Pkk’yı böyle bir şey tabi mümkün değil ama bir an için şunu varsayalım; Pkk’yı kafes içerisine aldı ve eylemsizleştirdi. Yani Pkk’ya hiçbir şey yapmasına gerek yok, Pkk’yı tavsiye sürecini başlatır bu. Ama bu böyle olmayacaktır, yani bu beklentimizi de artırmayalım. Amerika Birleşik Devletleri’yle Türkiye bence Amerika’nın yapacağından çok daha fazlasını çok daha sert bir şekilde çok aşırı bir sertlikte istiyor ve çok iyi bir politika olduğunu düşünüyorum bu. Şöyle bir avantajı da yakaladı Türkiye; terörlü yıllarda elde edemediği diplomatik desteği bir şekilde bu dönemde yakaladı, yani bütün bölgelerde yakaladı. Düşünün ki Avrupa Birliği bile bir sınır ötesi operasyona karşı, nötr kalabildi, anlıyoruz diyebildi ama sorun bu değil. Yani sorunun bu olmadığını, bence Ankara da görüyor. Yani sayın genelkurmay başkanı da görüyor, sayın başbakan da görüyor yani çözümün bu olmadığını görüyor. Şimdi tezkereden sonra bakıyorum tezkereye en çok talepkar olan kesimler bile çok büyük bir çoşku ve isteklilik içerisinde değiller. Yani tezkereyle geldikten sonra bunun bir çözüm olmayacağına dair duygu, özellikle o son dönemdeki özeleştiriler de bir şüphesiz buna referans oluştu, bir duygu oluştu. Yani herkes görüyor ki artık tezkere, sayın Bahçeli bile bununla biz bu sorunu çözemeyebiliriz dedi. Şimdi hazır böyle bir zemin varken biraz daha gerçekçi olalım. Çok can acıtıcı problem, şehitlerimiz bir yandan geliyor ama madem böyle bir zemin doğdu, o zaman biraz bunun gerçeğiyle ilgilenelim, biraz içeriye bakalım. Yani sorunun sınır ötesi kısmının bölümlerden bir bölüm olduğunu bilelim ve büyük bir devasa problemin burada olduğunu bilelim ve her fırsatta şundan da çıkalım; yani yabancı güçler bizim yumuşak karnımızı kaşıyor, yaramızı deşiyor. Yani karnımızı açıkta bırakmayalım, yarayı açıkta bırakmayalım, deştirmeyelim, buna bakalım biraz.

Can Dündar: Teşekkür ederim. Elif Bakır’ın bir sorusu var onu alayım, evet. Sayın Balkan’a. Mikrofon olmadan konuşmayın diyorlar, evet mikrofonu hemen iletirseniz Elif’e. Evet.

Elif Bakır: Genel olarak sormak istiyorum. Şimdi sayın Özdağ konuşmasında 2003’den beri Türkiye'nin iyi niyetle yaklaştığından söz etti. Yani ben önce şuna değinmek istiyorum; Türk medeni kanununun da belirttiği üzere iyi niyetten bahsedebilmek için bazı somut davranışlara bakılır. Bende bu bağlamda asıl sorun; bugün sözde demokrasiyle meclise giren vekillerimize karşı sergilenen tutum iyi niyetle ne kadar bağdaştırılabilir ya da bağdaştırılabilir mi?

Can Dündar: Sizeymiş soru sayın Özdağ?

Ümit Özdağ: Evet.

Can Dündar: Yani o zaman genel olarak bunu değerlendirelim, yani Dtp’nin meclise gelmesinden çok şey umuldu. Aslında önemli bir demokratik atılım olarak görüldü. Bugün neresindeyiz işin?

Ümit Özdağ: Ben Dtp’nin izole edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dtp terörle arasına çizgi çizmemiz bir partidir, terörün destekçisidir söylemsel zeminde, terör örgütüyle doğrudan bağlantı içerisindedir ve bir demokratik parlamentoda Dtp gibi bir partinin bulunmasını utanç verici olarak görüyorum. Yani utanç verir demokrasi adına. Herhangi bir ileri demokrasiden bahsettiğimiz zaman Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği ülkelerinde Dtp gibi bir partinin bulunması söz konusu bile değildir ama Türkiye Avrupa Birliği sürecinde demokrasi aşağılık duygusuna kapıldığı için Dtp’ye dahi tahammül edebilmektedir. Onun için arkadaşımız dedi Dtp’ye tahammül gösterilmiyor. Emin olsun gereğinden fazla tahammül gösteriliyor Dtp’ye.

Can Dündar: Sizden alayım aynı konuyu. Yani nasıl görünüyor bölgede Dtp durumu? Muhtemel bir operasyon bölgede Akp’nin durumunu nasıl etkiler?

Mehmet Halil Balkan: Şimdi bölgenin genel tablosu şu aslında; yani belki uzaktan bazı şeyler çok fazla hissedilmiyor olabilir ama yıllardır kanayan bir yara var ve bunun en fazla acısını çeken bölge insanı. En fazla bedel de ödeyen bölge insanı. Dolayısıyla bölge insanın en büyük arzusu ve beklentisi bölgede bir huzurun, bir barış ortamının, insanca yaşam koşumlarının oluşmasıdır, temel beklenti bu ve bu açıdan ki benim yaşadığım il’de de 2 tane Dtp milletvekili seçilmiştir.

Can Dündar: Yani böyle bir izole etme politikası nasıl bir politika?

Mehmet Halil Balkan: Şimdi biz bu toplantıda daha çok Türkiye'nin demokrasisinden aslında bahsediyoruz. Yani özgürlüklerin gelişmesinin neler sağlayabileceği konusunda, hem ekonomik hem öbür boyutuyla. Dolayısıyla böyle bir tabloyu konuşurken bunu kısıtlamak, yani demokrasiyi kısıtlamak, ki ister istemez bu şiddete olan eğilimleri artıracaktır, bu daha onarılması güç yaralar Doğuracaktır. Ne kadar doğru olabilir? Bu yüzden Türkiye’deki mevcut yasalar çerçevesinde yani bu düşüncelerini şiddete başvurmadan ifade etmek koşuluyla kim olursa olsun bence ona saygı gösterebilmemiz gerekiyor. Eleştirebiliriz, beğenmeyebiliriz, hoşuna gitmeyebilir hatta yerden yere vurabiliriz ama öncelikle kendimize saygı duyuyorsak bence başkalarına da saygı göstermemiz gerekiyor.

Can Dündar: Altan bey siz iki partide de görev yaptınız, hem aynı çizgiden gelen.

Altan Tan: Ben Dtp’nin izole edilmesini Türkiye'nin geleceğine bir tehdit olarak görüyorum, yanlış görüyorum kesinlikle niye? Bugün kürt siyaseti içerisinde de yani altını çizerek söylüyorum, tekrar söylüyorum. Kürt siyaseti içerisinde de Türkiye’deki derin çevrelerde de belli kesimler Dtp’nin sille tokat meclisten çıkarılmasından yarar umuyor, yine altını çiziyorum yarar umuyor. Dtp doğru yapıyor, yanlış yapıyor, söyledikleriniz çok hoşunuza gidiyor veya tüylerinizi diken diken ediyor ben işin orasında değilim. Demokrasilerde en aykırı fikirlerin bile kürsü masumiyeti içerisinde kendini ifade etme hakkı var, bırakınız bu işi hakimler ve savcılar çözmesin, sandık çözsün. Hakim de savcı da halk olsun ama işi halka bırakırsak ya şeriatçya kaçar yani kızı serbest bırakırsak davulcuya zurnacıya kaçar misali halkı da işte bırakırsak sandığı getirirsek ya şeriatçıya böler veya bölücüye oy verir derseniz demokrasiyi yerleştiremezsiniz. Dtp de, Ak Parti de bugün sınav veriyor. Biri kürt meselesi açısından diyorum herkes sınav veriyor da Chp de, Mhp de. Bırakınız bu kararı halk versin. Eğer Dtp yanlış yapıyorsa, aykırı şeyler söylüyorsa, tüylerinizi diken diken eden şeyleri söylüyorsa biraz evvel sayın arkadaşımızın da dediği gibi Kürtlerimize de güvenelim. Yani Kürtler de hangi
politikanın, Türkiye’de yaşayan Kürtleri kastediyorum, doğru veya yanlış olduklarına onlar karar versinler. Eğer Dtp’nin politikaları gerçekten yanlışsa, tahrik ediciyse, uzlaşmacı değilse, işte şiddetle arasına bir mesafe koymuyorsa halk karar versin buna, halka güvenelim halktan da korkmayalım.

Mustafa Karaalioğlu: Bir şey ekleyebilir miyim?

Can Dündar: Buyrun.

Mustafa Karaalioğlu: Bende Dtp’nin özellikle kapatılması gibi bir durumun Türkiye'nin kaderini çok etkileyecek bir şey değil, yani o kadar önemsemiyor, abartmıyorum ama bunun çok yanlış olacağını düşünüyorum. Muhtemelen Öcalan’da Dtp’nin kapatılmasını bekliyordur şu anda. Yani öyle bir analiz çıkıyor buradan. Bence çok yanlış olur.

Can Dündar: Neden? Çünkü sertlik politikası işine geliyor.

Mustafa Karaalioğlu: Tamamen böyle, yani hani bu bir şey gibi Pkk neden Türkiye'nin elinde tezkere varken bile bile vurdu, bizi oraya çekmek için vurdu, şipşak analizi gibi bu da böyle bir şey. Neden kapatılmasın? Kapatır işte görüyorsunuz bize Ankara’da tanınmıyor diyebilmenin en kestirme yolu olduğu için. Böyle bir şey yani şuna rağmen şunu söylüyorum; Dtp içerisinde bazı içerisinde biraz açıkçası, tırnak içinde küstahça ve sorumsuzca davranıyorlar bu doğru. Dtp grubu içerisinde de çok problemli kişiler var ve bunların oraya o problemleri biline biline konduğu da belli. Bunun da çok iki yüzlü bir tutum olduğunu altını çizerek söylüyorum ama Türkiye'nin yapacağı bir hata olur Dtp’yi kapatmak. Dtp’yi kapatmak Dtp’yi izole etmekle olmaz. Yani tam tersine Dtp’yi gündemde tutmanın çok net bir yolu olur. Ona tahammül etmek ve gerekirse ignore etmek, yok saymak ve katlanmaksa katlanmak ama meclis içerisinde kalması bence Dtp’nin ya da Dtp adına siyaset güden siyaset dışı kürt unsurlarının işine yarar diye düşünüyorum, kapatılmaması lazım. Fakat bir şey dikkatimi çekti arkadaşımızın sorusunda. Ben onu yanlış anlamış olayım umuyorum. Demokrasimiz sözde değil her şeye rağmen, sözde demokrasi diye girdiniz de değil. Yani bu kadar da içinde bulunduğumuz demokratik düzeni küçümsemeyelim. Demokrasimiz şu veya bu tarafları, eksikleriyle, artılarıyla iyi bir demokrasi, iyi işleyen bir demokrasi ve hem bölge için çok iyi bir model, hem de Avrupa standartlarının altında değil bir takım ağırlıklı ülkeler açısından. Onu ben tehlikeli bulmuyorum, yani demokrasimizi sözde diye tanımlamış da olmayalım.

Can Dündar: Teşekkürler.

Can Dündar: Ferhat’ın bir sorusu var, onu da alalım.

Ümit Özdağ: Ben bir cevap vereyim, çünkü ben burada ....

Can Dündar: Ferhat Akbaş o arada mikrofonu alsın.

Ümit Özdağ: Ben izole kavramını bilinçli olarak kullandım, kapatılmalı demedim. İzoleyle kapatılmak farklı şeylerdir.

Can Dündar: Ne anlamda kullandınız?

Ümit Özdağ: Dtp terörle arasında mesafe koyana kadar, terörü terör olarak tanımlayana kadar, çünkü terör sokaktaki insanın yaşama hakkına saygı göstermeyen eylemdir. Sokaktaki insanın yaşama hakkına saygı göstermeyen bir eylemi şu veya bu şekilde kabullenmek demokratik bir hak olamaz.

Can Dündar: İzole derken neyi kastettiniz?

Ümit Özdağ: İzole ederken. El sıkışmayacaksınız, görüşmeyeceksiniz, haber yapmayacaksınız.

Can Dündar: Kapatmayı kastetmiyorsunuz?

Ümit Özdağ: Hayır kapatmayı ....

Mustafa Karaalioğlu: Sayın Bahçeli’ye söylüyor hocam.

Ümit Özdağ: Hayır hayır her anlamda. Elini sıkan herkesin yanlış yaptığını düşünüyorum.

Mustafa Sönmez: Can bir şey söyleyebilir miyim?

Ümit Özdağ: 2006’da da daha Dtp meclise girmeden yazdım. Neden? Çünkü bu bir ilkesel meseledir. Ne zaman ki Dtp teröre terör der, insanın yaşama hakkına saygı duyar, o zaman onu demokratik bir parti olarak kabul etmenin altyapısı doğmuş olur. Ama daha önce değil. Kimse demokrasiyi bu kadar hafife alamaz.

Mustafa Sönmez: Şimdi bakın bu şahinlik politikası bizi bir yere götürmüyor. Yani götürseydi bu silahlı kuvvetleri bu kadar yöneten insanlar kalkıp bütün bu şeyleri yapmazdı. Demek ki şahinlik out, yani bunda ısrar etmeyelim. Bu bizi bir yere götürmüyor, bir kere buradan bir dönüş yapmaya başlayalım. Şimdi Dtp gökten filan inmedi, yani Dtp seçimlere girerken böyle seçimlere sokulmayacaktı. Onlara bu kadar oy veren insanların sandığa gitmesini bir şekilde mani olunacaktı filan. Dtp meclise geldi, mecliste sonra dönüştü başka bir şey filan olmadı. El sıkışıldı, sıkışıldı. Şimdi burada başka bir yanlış yapıldı, burada bizim medyamıza da bir çift laf etmek lazım. Yani sürekli bir linç haline çanak tutma, sürekli söylediklerini bir yere çekmeye çalışma, bırakın yanlış bir şeyler de söylesinler.

Can Dündar: Hak veriyor galiba sayın Karaalioğlu.

Mustafa Sönmez: Hayır yanlış bir şeyler de söylesinler. Şimdi kongrelerinde bir bölgesel bir şeyden bahsettiler. Bakın o bölgesel sundukları model aslında Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye önerdiği Türkiye’yi 26 bölgeye bölün, her birine kalkınma ajansları kurdurun ve kalkınma ajanslarıyla biraz daha yerelleşin dediği bir model. Akp’nin de kamu, yerel yönetim tasarısıyla uygulamaya çalıştığı, hatta kalkınma ajanslarının kurduğu, model olarak, pilot bölge olarak İzmir’de uygulamaya çalıştığı model. Şimdi bunun böyle olduğunu algılamadan vay işte Dtp neyse özerklik istemeye başladı, bölgesel ayrıcalık yapmaya başladı filan ne söylediğini anlamadan sürekli olarak bir köşeye sıkıştırma, bir eleştiriye tabi tutma ve kamuoyu önünde de degrade etmeye izolasyon. Bu da değil ki, bu da doğru değil yani.

Ümit Özdağ: Mustafa bey yanlış yapmaktan bahsetmiyorum.

Mustafa Karaalioğlu: Bırakın yanlış yapsınlar, yanlış şeyler söylesinler.

Ümit Özdağ: Hayır tabiki yanlış şeyler söyleyebilirler ama ....

Mustafa Sönmez: Ama bu bizi bir yere götürmüyor ki.

Ümit Özdağ: Ama yani terörle arasına mesafe koymasının doğal bir şey olduğunu kabul etmiyor musunuz?

Mustafa Sönmez: Bakın şu soruyu nereye götürür bizi? Pkk’dan yana mısın değil misin?

Ümit Özdağ: Bu bizi gerçek demokrasiye götürür.

Mustafa Sönmez: Götürmez. Bu sorunun cevabını alacaksın ne olacak ki.

Ümit Özdağ: Gerçek demokratik tavır budur.

Mustafa Sönmez: Hayır bu negatif politikadır. Bu bizi hiçbir yere götürmez.

Ümit Özdağ: Dtp yeterince bu noktada tahammül etmiştir.

Mustafa Sönmez: Hayır efendim bırakın Dtp bir Türkiye partisi olsun, Dtp bir Doğu Anadolu’ya olduğu kadar Karadeniz’le dert edinsin. Bir fındık meselesini problem etsin, İzmir’deki Kürtlerin de meselesi ...

Ümit Özdağ: Siz inanıyor musunuz?

Mustafa Sönmez: Bırakın onu, buna bir imkan tanıyın.

Ümit Özdağ: Ya siz buna gerçekten inanıyor musunuz?

Mustafa Sönmez: Hayır bir izin verin.

Ümit Özdağ: Kim izin vermiyor?

Mustafa Sönmez: Bir bırakın bir nefes alsın.

Ümit Özdağ: Kim izin vermiyor?

Mustafa Sönmez: Bu linç hali nedir.

Ümit Özdağ: Bakın en son yine Dtp’nin başına kimin getirildiğini görüyorsunuz. Daha ılımlı gördükleri Ahmet Türk’ü götürüp nereden gelen emirle açık konuşalım, İmralı’dan gelen emirle Pkk’dan yargılanmış ve hüküm yemiş bir kişiyi, bakın bunlar işte savaş çığlıkları bunlardır.

Mustafa Sönmez: Bırakın buna onları seçenler karar versin, siz karar vermeyin.

Ümit Özdağ: Onlara ayrıca karar verip ....

Mustafa Sönmez: Onları seçenler karar versin, sonuçlarını onlar görsünler yani.

Ümit Özdağ: Hayır onlar ayrıca karar verir ama bu bizim bu tespiti yapmamızı engellemez.

Mustafa Sönmez: Tespiti yapmakla kalmıyorsunuz ki, tespiti yapmakla kalmıyorsunuz. Bütün medya olarak linçe giriyorsunuz, bir toplumu linçe sevk ediyorsunuz, insanların partilerin üstüne hücum ettiriyorsunuz, parti binalarını yıktırıyorsunuz, sonra demokrasi diyorsunuz böyle şey olmaz. Bu bizi ilerletmez.

Ümit Özdağ: Bütün medya olarak benden bahsetmeyin, bütün medya olarak başkalarından bahsetmeniz gerekiyor. Bugün Türkiye’de Akp medyası var, yapmayın.

Mustafa Sönmez: Bütün şeyi ortada, bu bizi ilerletmez. Bundan vazgeçelim, buradan bir yere gidemeyiz.

Can Dündar: Başkan bir söz istiyor, buyrun.

Mehmet Halil Balkan: Medyadan bahsediyoruz da bunun en fazla acısını çeken bir Şırnaklı olarak söyleyeyim. Biliyorsunuz son zamanlarda biz çok fazla basına çıkmaya başladık. Hemen hemen her kanaldan birer, ikişer tane basın medya kuruluşundan iki kişi var, şu anda da Cizre’de kamp kurmuş durumdalar devam ediyor. Biz bu sürede o kadar çok sıkıntı çektik ki bundan gerçekten, yani biz 20 yılı aşkın bir süredir çok fazla acılar çektiğimizi, yaralar yaşadığımızı söylüyoruz ve bölgenin yavaş yavaş bazı kabuklarını sarmaya başlamasının iyimser havası içerisindeyiz. Biz işte doktorun gelmesini, işte öğretmenin gelmesini, bilmem bürokratın vs. nin gelmesini böyle bir alkışla karşılayan bir toplumuz. Şimdi öyle bir sürece girdik ki Türkiye’de adeta Şırnak bir savaş kenti ve oraya giden bazı basın mensubu kuruluşları, bazılarını söylüyorum geneli değil. Buna sorumluluk ilkesinde yayın yapanlar var ama bazıları da gerçekten kendisi de savaş muhabiri gibi ya da savaş kanalı gibi göstermeye başladı. Bu bize neyi kaybettirdi yani biz gerçekten bir Şırnaklı olarak dışarıda Şırnaklıyım deme fobisi geliştirmeye başladı. Hatta bir can güvenliği sorunu olmaya başladı bu konuda ve artık oraya gelecek olan öğretmeniydi, doktoruydu, memuruydu vs. gelememe gibi bir durumla karşı karşıya ve tayini iptal etme gibi bir durumla karşı karşıya. Şimdi aslında hani terör terör deniliyor da bence bu bile bir terördür. Yani o kadar insanı siz bunlardan mahrum bırakacaksınız, kötü bir imaj yaratacaksınız, insanlar arasında ciddi bir mesafe koyacaksınız ve o bağlara ciddi bir balta vuracaksınız, bu çok tehlikeli bir durumdur. Dilerim bu yanlıştan vazgeçilir ve bu anlaşılır ve daha sorumlu bir yayın izlenir.

Can Dündar: Teşekkür ederim. Son iki dakikamız arkadaşımızın sorusu ve sayın Sönmez’in cevabını alacağım ve bitireceğiz, buyrun.

Ferhat Akbaş: Sayın Sönmez programın başındaki konuşmasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki fotoğrafın 80’li yıllardaki o fotoğraf neyse şimdiki fotoğrafın da o olduğunu, işsizlik oranlarının diğer bölgelere nazaran daha yüksek olduğunu, geçim sıkıntısının daha fazla olduğunu ve kişi başı milli gelirin daha düşük olduğunu söyledi, fakat politikacılarımız özellikle iş lafa gelince Türkiye'nin 7 bölgeden oluştuğunu söylüyorlar. Fakat iş icraata gelince bu 7 bölgenin ikisi hep unutuluyor. Bunun nedeni nedir? Bu şu ana kadar ortaya çıkan görüşler içerisinde biz bunun cevabını halen daha alabilmiş değiliz. Ben bunun nedenini soracağım.

Can Dündar: Eyvah başa döndük ama nedeni nedir’le değil, çözümü nedir’le bitirelim isterseniz, programı kapatırken.

Mustafa Sönmez: Yani nedeni çok açık, böyle bir bölgesel hassasiyet yok. Bu bir sosyal devlet yaklaşımı olmak gerekir. Yani hem belli toplumsal kesimler arasındaki gelir adaletsizliğini en aza indirmek, hem bölgeler arasındaki adaletsizliği en aza indirmek bir politika olmak gerekir, bu iradi bir şey aslında. Bu bir afet değil, bunu isterlerse siyasetçiler buna dair politikalar geliştirebilirler, bunun üstesinden gelebilirler. Bakın bu konuda da gerçekten örnek alınacak lider Atatürk’tür. Yani Atatürk eğer başkenti Ankara’ya taşımasaydı, Ankara üstünden bütün Anadolu’ya muhtelif demiryollarından sanayiye bir dizi yatırıma kadar yapmamış olsaydı bugün Türkiye Marmara adasından, Marmara bölgesinden, İstanbul ve çevresinden ibaret bir şey kalırdı. Bakın hep Atatürk’ün çizdiği yoldan, ilkelerden, yaptıklarından bahsediyoruz ama en müthiş bölge politikasını geliştiren, en uzağı gören liderin maalesef izinde yıllardır hükümetler. Bir sanayi tohumlaması, Diyarbakır’a fabrika kurulması, Kars’a süt fabrikası kurulmasından tutun Tatvan’a tütün atölyesi kurulmasına kadar bunlar hepsi cumhuriyetin ilk yıllarının marifetleridir, becerileridir. Ne yazık ki onu takip eden hükümetler 50’lilerden, 60’lardan başlayarak ama 80’lerde giderek ivme kazanarak bu bölgeyi bilinçli olarak ihmal etmişlerdir. Terk etmişlerdir, oraya uzanan devlet elini bile çok görmüşlerdir, geri çekmişlerdir. Bunlar gerçekten tamamen bir küresel akıma, karar sürecine etki eden uluslararası kapitalizme ve onların Türkiye’deki uzantılarının politikalarına teslim olmanın sonucudur. Yoksa bunlar çaresizlik filan değildir. Bunların istenirse üstesinden gelinir.

Can Dündar: Teşekkür ederiz.

Mustafa Sönmez: İstenirse tekrar bu tersine döndürülebilinir ve adil bir bölüşüm gerçekten gerçekleştirilebilir.

Can Dündar: Teşekkür ederiz, başladığımız yere döndük.

Altan Tan: Bir cümle söyleyebilir miyim?

Can Dündar: Bitirmek zorundayım ama bir cümleyse alayım, buyrun Altan bey.

Altan Tan: Türkiye'nin içerisinde demokratik acilen yeni bir anayasa, kürt meselesinin kimlik sorunu olarak ana dille eğitim dahil anayasal teminat altına alınması, ekonomik kalkınma, Irak kürt federe devleti, Suriye ve diğer komşularla kürt, arap ve Türkmen kardeşlerimizden de dosthane ilişkiler. Yeni dönemde bunu bekliyoruz.

Can Dündar: Teşekkür ederim, bütün konuklarımıza teşekkür ediyorum katıldıkları için. Aslında sorunun ekonomik boyutu ağırlıkla üzerinde durduk, ortaya koyduk ama bir kimlik boyutu olduğunu da dile getirmiş olduk burada ve Kuzey Irak konusunda da bir yandan hasmane tutumun askeri yöntemle cezalandırılması, bir yandan da oraya hamilik politikası, ikisi de dile getirildi burada. Ama galiba sorunun Ankara’da olduğu, çözümün de Ankara’da olduğu dile getirildi ama onun dışında genellikle şu kızımız meselesinde kızımızı komşudan musallat olan olursa cezalandıralım ama kızımıza asıl güvenelim, kızımızı korumaya çalışalım mesajı galiba bu gecenin asli mesajıydı. Programımızın bu gece tekrarı var, Cumartesi sabah yeniden yayınlanacak, ayrıca buradaki bütün konuşmaların deşifresini yarından itibaren internet sitemizde bulabilirsiniz. Haftaya bir başka programda görüşmek üzere programı birlikte hazırladığım arkadaşlarımla birlikte hepinize iyi geceler diliyorum efendim, hoşçakalın.