Sayfalar

30 Aralık 2009 Çarşamba

Cambaza Bak,Cambaza !…


30.12.2009

Yaşlı dünyamız çetin bir yılı geride bıraktı. Merkez üssü ABD olan küresel ekonomik deprem, tüm coğrafyaları öyle sarstı ki, herkesin ezberi şaştı. Finansal balonların ardı ardına patlamasıyla kilitlenen, kilitlenme ne demek, yerle yeksan olan piyasalar, piyasacılık, her ülke burjuvazisini devlete yöneltti. Kurtarma, 2009’un moda operasyonu oldu. Bankalar kurtarıldı, şirketler kurtarıldı. Bütçe kaynakları boca edildi yangına, merkez bankası muslukları, sıfırlanmış faizler hep küresel kapitalizmin alevlerini yatıştırmak için kullanıldı, yine de ateş küllenmiş değil.

***

Merkez kapitalizmin finansında patlayan kriz, 1980, daha çok da 1990 sonrası “sanayi atölyeleri”ne dönüştürülüp, “tedarikçi” rolü verilmiş Asya, Latin Amerika, “yükselen Avrupa” (Türkiye dahil), coğrafyalarını finanstan çok, sanayiden vurdu. Merkez ABD,Batı Avrupa,Japonya vb. nın finansındaki yangın, orta sınıflarda da gelir kayıplarına yol açtı. Bu sınıfların “çevre ülkelerden” satın aldıkları sanayi ürünlerine talep düştükçe, bu ülkelerde de sanayiler daraldı, işçi çıkarmaları hızlandı, işsizlik tırmandı.

Bu “kader”i Türkiye de 2009’da yaşadı. Dış talep daralmasına iç talep küçülmesi eşlik etti. Sanayide kapasiteler yüzde 70’lere geriledi. Ekonomi 4 çeyrek üst üste küçülünce işsizlik ve yoksullaşma hızla tırmandı, vergiler azaldı, bütçe açıkları büyüdü, kamu borçları tırmandı. Toplumdaki büyük eşitsizlikler, krizle daha da derinleşti.

2010’a girerken bu sorunları konuşup, bunlara çözüm üretmek yerine, gündem hergün başka yerlere taşınıyor.


***

Fiyasko ile sonuçlanmış Kürt açılımının bayatlamış versiyonları arada bir menüye konurken gözler özellikle Gladyo diye bilinen eski Kontrgerilla, ya da yenilenmiş adıyla Özel Güvenlik Komutanlığı karargahına yapılan baskında. Yeni cambazlık burada. Duvarın çökmesiyle tüm dünyada artık işlevi kalmadığı için tasfiye edilen NATO ürünü Gladyo, Türkiye’de Kürt meselesi bahane edilerek ömrünü uzatmıştı. “Derin devleti” kendi önünde engel olarak gören AKP iktidarı, köstebekleri aracılığıyla, bu örgütlenmeden “sır çalıyor”, koz biriktiriyor. Gladyo’nun tasfiye çabası cambazlığını alkışlayanlar, Gladyo’nun 1950’lerden bu yana bütün eylemlerinin TBMM’de kurulacak bir komisyonca incelenmesine, aynı zamanda polis, MİT, Telekomünikasyon İdaresi ve yargının şeffaflaştırılmasına yanaşırlar mı? Emin olun, AKP iktidarı yanaşmaz. Çünkü o zaman AKP içindeki eski MHP ve ANAP’lıların Gladyo ile ilişkileri, inşa etmekte oldukları kendi derin devletleri, hepsi gün yüzüne çıkar. O zaman nedir bu cambazlık ? Dedik ya, neoliberal-gericiliğin “derin devlet”ini oluştururken ayak bağı, eski “derin devlet”i tasfiye etme çabası…


***

2010, minderin üstündeki yalancı demokrasi pehlivanlarının maskelerini indirme, gerçek demokrasi, emek mücadelesinin yükseliş yılı olsun… 2010, akıl, güç, sabır ve kararlılık getirsin.

28 Aralık 2009 Pazartesi

AKP Teknesinde Kürt,Ordu, İşçi Çatlakları

28.12.2009-pzt.

Neoliberal-muhafazakar AKP iktidarının teknesi, giderek büyüyen üç çatlaktan su almaya başladı: 1-Kürt çatlağı, 2-Ordu çatlağı, 3-İşçi çatlağı…
ABD siparişi Kürt açılımını -ne olduğunu bile bilmeden- büyük bir iştahla başlatan hükümet, içinde PKK’yı tasfiyeyi de içeren bu operasyonun öyle kolay bir şey olmayacağını, kafasına Habur şovunun Batıdaki tepkileri inince anladı. PKK-DTP, ilan ettiler ki, “Tapulu arsamıza gecekondu diktirmeyiz”. AKP, bunu hiç hesaba katmamıştı. Hele ki, Habur şovun Batıdaki tepkilerini hiç öngörmemişti. Kürt realitesinin içinde bir PKK realitesinin olduğunu da geç anladı AKP hükümeti ve hemen çark ederek DTP’nin kapatılmasından KCK operasyonu ile belediye başkanlarını, Kürt aktivistleri tutuklamaya varan şahinleşmeye doğru doludizgin yol aldı. Kürtlerle yaşanan yarılma, çatlak büyüdü ve ve tekne şimdi oradan hızla su alıyor.

***

AKP iktidarının ikinci büyük çatlağı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)-TÜSİAD-laik yargı kesimi ile. TÜSİAD ile, birinci iktidar döneminde, sadece “neoliberal” yüzünü göstererek balayı yaşayan AKP, ikinci iktidar döneminde “dinci-muhafazakar” yüzünü, büyük sermayeye sevdiremedi. Bu kez bazen havuç, bazen sopa yöntemleri denenmeye başlandı burjuvazi üstünde. Doğan Grubu, medyadaki etkinliğinden dolayı, şamar oğlanı seçildi ve hem enerji hem medya şirketlerine, vergi sopası ile meydan dayağı çekildi. Bu sopalamaya karşı, TÜSİAD’ın sessiz kalışı , pasifliği, klan içinde de ciddi mahcubiyetler doğurdu. Doğan Grubu özelinde TÜSİAD’ı vergi- özelleştirme sopaları ile sindiren AKP, yandaş medyasını tahkim ederek Doğan’ı yeniden mülksüzleştirip kendi cephesini güçlendirerek de ilerleme peşinde. TÜSİAD’a karşı, MÜSİAD,TUSKON gibi cemaat örgütlenmeleri, organik bir burjuvazi yaratma yolunda, devlet imkanları ile hızla etkinleştiriliyorlar.

AKP’nin laik cumhuriyeti koruma-kollamakla kendini görevli gören TSK ile yargıya karşı da hazırlıksız olmadığı anlaşıldı. TSK’ya karşı yürütülen “asimetrik psikolojik harekat”ın gözü kara hamleleri, Ankara’da tozu dumana katıyor. Telekulak dinlemeleri eşliğinde büyütülen Ergenekon çuvalı, sindirmenin “kurumlaşmış” ayağı. TSK’nın silahlı gücüne karşı poliste cemaatçi örgütlenmeye gidildiği artık sır değil. Erzincan örneğinde olduğu gibi, birçok yerde jandarma ile MİT’in, polisle çatışması an meselesi. Yargının telekulak operasyonlarıyla ne hale getirildiği ortada.

Asimetrik psikolojik yıpratmaya karşı , köstebek avına çıktığını ifade eden TSK’yı , AKP iktidarı, “Arınç’a suikast peşindeler! ” diye püskürtmeye kalktı. TSK çevrelerine göre, “Yavuz hırsızın ev sahibini bastırması misali ” hükümet, TSK’ya güvensizliğini ilan ederek Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda arama yapmayı göze aldı. Herkesin gece uyumadan nefesini tutarak izlediği, ellerin tetikte olduğu karargahtaki büyük karşılaşma, AKP-TSK çatlağının, içinde büyük çatışmaları barındıran boyutta olduğunu iyice gözler önüne sermeye yetti.

***

AKP’nin üçüncü ve en sahici çatlağı ise işçi sınıfı, sendikalar, meslek kuruluşları, emek yanlısı demokratik kamuoyu ile… Küresel krizle birlikte yoksulluk ve işsizlik arttı. AKP’nin özelleştirmeci neoliberal uygulamalarının yarattığı mağduriyetle birleşen bu zor şartlara tepki, “nöbetleşe eylemlerle” etkinlik kazanmaya çalışırken şu günlerde tütün işçilerinin, itfaiye işçilerinin sokağa inmesiyle zirve yaptı. Gerçekte 6 milyonu aşan işsiz sayısı, yüzde 20’lerin üstünde seyreden işsizlik, AKP’yi gelecekte zorlayacak en büyük sorun. Sayıları 1 milyonu aşan genç işsizler, sistemin gelecek kabusu. Büyük bütçe açıkları, açığı finanse etmek için şişirilen borç stokları ile manevra alanı daralan AKP hükümeti, bu alanda bunalmamak için eczacılardan memurlara, işçilerden itfaiyecilere varan bir dizi emekçi kesimi karşısına alıyor. Küçük tarım üreticisinden yeşil kartlı yoksula, öğrenciden emekliye tüm kesimlere, bütçe üstünden yükler getiren AKP iktidarı, ardı ardına gelecek zamlarla bunalacak hanehalklarının , siftahsız dükkan kapatan, bir türlü tünelden çıkamayan irili ufaklı sermaye kesiminin öfkesi ile burun buruna.

Gecikmeli de olsa sokağa inen emekçi muhalefeti, kaçak güreşen sendika ağalarını da sokağa çekiyor. Hak mücadelelerini bastırmak için polisin biber gazlı, tazyikli sulu saldırıları, sokaktaki muhalefeti daha da yükseltmekten başka bir işe yaramıyor ve gerçek çatlak git gide büyüyor.

Başta sıcak para olmak üzere, büyüyen çatlaklarla birlikte büyüyen ülke riskini gözleyen kesimlerin hızla geri çekilmesi ise geminin dibe inişini hızlandıracak gibi.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Köylülüğü ve Tütün İşçilerini Tasfiye…


*Kaynak:TÜİK ve DPT, 2009 verisi tahminidir.

26.12.2009
1980 sonrası, özellikle de 1990 sonrası neoliberal politikalar, tarımı, köylülüğü hızla tasfiye etti. Merkez ülkelerin, özellikle AB’nin endüstriyel tarımı karşısında, geleneksel Türkiye tarımını korumasız bırakan, birçok ürünün ekimini caydıran, devlet desteklerini azaltan neoliberal uygulamalar, köylülükte hızlı bir tasfiyeyi de beraberinde getirdi. Tarımdaki hızlı erozyon, kırlardan kentlere göçü hızlandırdı ve kentlerde, göçen nüfusu emecek bir sanayi-hizmet faaliyetinin yaratılamaması nedeniyle de köy kökenli ve vasıfsız işsizler, kentlerin “varoşlar”ında tutunmaya, tutunabilmek için de çoğu, AKP’nin, cemaatlerin müridi olmaya mecbur kaldılar.

Çok değil, bundan 20 yıl önce, 1990’da toplam Türkiye istihdamında tarımın payı yüzde 47’ye yakın iken, 2009’da yüzde 25’e kadar geriledi. 1990’da tarımdan geçinen, tarımda istihdam 8,4 milyon iken 2009’da 5,1 milyona indi. Bu, yaklaşık 20 yılda 3,3 milyon işgücünün tarımdan tarım dışına itilmesidir ve olağandışı bir püskürtmedir.

Tarımdaki hızlı erozyon, ulusal gelir içinde tarımın payını da 20 yılda yüzde 17,5’tan yüzde 9-10’a kadar geriletti. Bu gerilemede, birçok faktörün yanı sıra, bütçeden tarıma aktarılan desteklerin azalması kadar, tarımla ilgili KİT’lerin özelleştirilmesi, tasfiyesi de etkili oldu.
Tarım alanındaki KİT’lerin özelleştirilmesine, 1992’de başlandı. 1990’lardan başlanarak, özellikle Doğu ve Güneydoğu’nun temel direkleri olan et kombinaları, süt fabrikaları, yem fabrikaları satıp savıldı.

***

Gelelim TEKEL’e… IMF’ ye verilen niyet mektuplarında TEKEL’ in önce 3′e bölüneceği sonra da içki, tuz ve tütün ürünleri üreten tesisleri özelleştirilecekti. TEKEL’ i yok etmek için IMF’nin talimatı ile hazırlanan Tütün Yasa tasarısı, 20 Haziran 2001′de Meclis’ten geçti. Ancak, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu yasanın sorunlara yol açacağını belirtti ve yasayı veto etti. Ne var ki, IMF direktifleri, Sezer’ in uyarısına baskın geldi, yasa geçti. Tütün üretimine büyük darbe vuran bu yasa sonrası, üretici tütün ekmekten caydırıldı. Bu uygulamalarla tütün üreticisi köylü tasfiye edilip göçe zorlanırken, TEKEL’in alkollü içkiler bölümü 2003’te, 290 milyon dolara Limak-Nurol-Özaltın-Tütsab Girişim Grubu’na satıldı. Bu grup da 3 yıl sonra şirketi yaklaşık 1 milyar dolara Amerikan Texas Pacific Group’a sattı. Kamusal varlıklardan nasıl büyük rantlar kazanıldığının ibret verici bir öyküsüdür bu. TEKEL’in sigara fabrikaları ve markaları ise 2008’de 1 milyar 720 milyon dolara British American Tobacco(BTA)’ya satıldı. Bu satış yapılırken tütün işçilerine Yaprak Tütün İşletmelerinin satılmayacağı sözü verildi. Ancak, söz çabuk unutuldu işletmeler de kapatıldı ve işçilere, büyük hak kayıplarına uğrayacakları bir köle statüsü dayatıldı.

***
Bugün bu dayatmalara, hak ihlallerine karşı, binlerce tütün işçisi biber gazına, soğuğa, tehditlere karşı direniyor. Türk-İş’in, üyeleri olan tütün işçileri ile dayanışması elbette görevi. Ama, koca Türk -İş’ten, haftada bir 1 saatlik işe geç başlama eyleminden daha etkili bir eylem önerisi çıkamaz mıydı? Önümüzdeki günlerde, tütün işçilerine reva görülen zulmün beş beteri gelecek çalışanların başına ve dolayısıyla Türk- İş kapılarına. Gürleyen ama yağmayan bu Türk- İş yönetimi ile, işçi sınıfının üstüne üstüne gelecek bu azgın dalgaları göğüslemek nasıl mümkün olacak ?


25 Aralık 2009 Cuma

Kuzeydoğulu İşsiz Göçüyor, Güneydoğulu İşsiz Göçemiyor…


25.12.2009

İşsizliğin coğrafi görünümü, birçok ezberci yorumcuyu şaşkına uğratırken, öteden beri dikkat çektiğim “Güneydoğulu içe kapatılıyor” tezimi, bir kez daha desteklemiş bulunuyor. Ezber bozan olgu şuydu: 2008’in Türkiye ortalama işsizlik oranı yüzde 11idi. Peki, nasıl oluyordu da, işsizlikten kavrulduğu bilinen Güneydoğu, yüzde 20’lere yaklaşan işsizlikle bunalırken, hemen kuzeyindeki Doğu illerinde işsizlik yüzde 5-6’larda seyrediyordu ? Sonuçta, iki coğrafya da tarım-hayvancılığı çökmüş, gelişmenin nimetlerinden mahrum bırakılmış bölgelerdi…

TÜİK bu… Adı çıkmış 9’a, inmez 8’e…Hemen bir hata aranmaya başlandı… Ama, hayır yöntem hatası vs yoktu... Gerçek ise, başka olgularla birleştirilince anlaşılabilirdi: Kuzeyi ile güneyi ile bölge işsizlik üretiyordu üretmesine, ama kuzeydoğu, işsizini batıya ihraç ediyor, dolayısıyla işsizlik oranı düşük görünüyor, buna karşılık güneydoğu illeri bunu yapamıyordu. Detaya girelim…


***

2008 Adrese Dayalı Nüfus Sayımı sonuçlarına bakıldığında, en çok göç veren illerde işsizliğin de en düşük çıktığı görülüyor. Yani, işsizler, göçebildikleri illerden göçmüşler !...Ama her ilde değil. Kuzeyde, Kürtler kadar Türk, Gürcü, Azeri, Lazların iç içe yaşadığı Ardahan, Kars, Iğdır, Erzurum, Erzincan’dan nüfusun durmaksızın göçtügünü görüyoruz. Göçen, tabi ki işsizler…Öyle ki, bugün yüzde 3,7 işsizlik oranı olan Ardahan’da, il doğumluların yüzde 78’i Ardahan dışında yaşıyor. Erzincanlıların yüzde 71’i, Karslıların yüzde 66’sı Kars dışında. İşsiz kalan göçtükçe, işsizlik oranı da bu bölgelerde düşük çıkıyor. Çünkü geride kalanlar kırlarda ve tarım-hayvancılıkla uğraşıyorlar. Bu illerde kentleşme oranı da yüzde 75 olan Türkiye ortalamasının çok altında, yüzde 35-40’larda. Öyle olunca haliyle, Kuzeydoğu Anadolu illerinde işsizlik oranı da yüzde 5-6 gibi düşük görünüyor.


Gelelim Güneydoğu’ya…Bu bölgenin illerinde, kırlar, “düşük yoğunluklu savaş” sonucu boşaldı, boşaltıldı. Geçim kaynağı tarım-hayvancılık çöktü, nüfus can havliyle il merkezlerine göçtü. Öyle ki, Diyarbakır,Van, Batman gibi illerin merkez ilçelerinde, toplam il nüfuslarının yüzde 55-60’ı barınıyor. Ama işsizlik,açlıkla pençeleşerek…Peki bölgedeki işsizlerin göçü ? Burada kuzeydoğudan farklı olarak işsiz nüfusun, bölgeyi kolay kolay terk etmediğini görüyoruz. Örneğin Hakkari’de yüzde 18’in üstünde işsizlik var ama Hakkarililer en az göçenler. Her 100 Hakkariliden ancak yüzde 18’i il dışında. Van’da yüzde 13 işsizlik var ama, 1,2 milyona yaklaşan Van doğumlulardan göçmüş olanlar yüzde 25’ten ibaret. Hele Şırnak…İşsizlik yüzde 22 ama göçmüş Şırnaklı yüzde 27’den ibaret…Diyarbakır’da işsizlik yüzde 16 ama 1,7 milyon Diyarbakır doğumlu nüfustan, göçmüş Diyarbakırlı yüzde 29’dan ibaret…Keza, işsizlik Batman’da diz boyu ama göçmüş Batmanlılar yüzde 36…


***

Güneydoğu insanı, işsizlikten kavrulduğu halde, bölgesini terk edip göç etmiyor. En fazla geleneksel olarak Çukurova illerine göçüyorlar…Oradan da her an ricat edebiliyorlar..Peki neden? Neden ekmeğinin peşinden gidemiyor Güneydoğulu Kürtler? Hem iş anlamında hem de barınma, hayat kurma anlamında. Güneydoğu’nun Kürtleri, Batı illerinde linç eylemlerine varan hoşgörüsüzlükten, şiddetten yıldıkları için, aç da kalsalar,sefil de olsalar Diyarbakır’ın,Van’ın, Batman’ın varoşlarına tutunmayı, Batı’ya tercih eder, duruma gelmişler.


Lafa gelince , bin yıllık kardeşlikten, etten tırnaktan sözediyoruz, ama bakın ne duruma getirdik, nasıl içe kapattık insanlarımızı…

Bu sayıların dilinden de bir uyarı alınmaz, ders çıkarılmaz ise, sözün bittiği yere gelmişiz demektir…

23 Aralık 2009 Çarşamba

TÜİK’in Son Zırvası: En Zenginler,Ücretliler…

*TÜİK’in yıllık gelir verileri, aylığa çevrilmiştir

23.12.2009-Çarş
Sıkıldım, girmeyeyim diyorum bu topa ama olmuyor, şeytan dürtüyor. Kanaat önderi diye geçinen ekran, köşe tutmuş sazanların ifadeleri dayanılır gibi değil…Bu sütunda kaç kez, TÜİK’in gelir dağılımı,yoksulluk analizi adı altında yayımladığı bültenlerin bilimsel bir değeri olmadığını, gerekçeleri ile öne sürdüm. TÜİK, geçen hafta da 2006 ve 2007 yıllarına ait bölüşüm tablosu iddialarıyla ortaya çıktı ve gelir eşitsizliğinin iyileştiğini ileri sürdü.

Bu tür çalışmalarda, iki sorun var. Birincisi, anket için örneklem( numune) doğru seçildi mi, yani “zengin” diye kapısını çaldığınız , gerçekten zengin sınıfından mı, ikinci sorun, vergi kaçağının ve vergiden kaçınmanın, gizlenmiş gelir ve servetlerin cirit attığı bu toplumda, beyanla toplanan gelir bilgisine nasıl güvenileceği sorunudur.


TÜİK’in verilerine bakarsak, Türkiye’de zengin dediğin, ayda evine 3 bin 500 TL dolayında para giren ailedir. Evet, yanlış okumadınız, TÜİK’in en zengin yüzde 20 diye tanımladığı grupta, ortalama yıllık gelir 42 bin 781 TL’dir. Bu da ayda 3 bin 565 TL eder. Şimdi bu gazetenin okurları, hemen evlerine giren geliri akıllarından geçirerek, “Meğer biz de en zenginler grubundaymışız” diye mutlu olabilirler!... Düşünsenize, karı-koca çalışan iki devlet memuru, hiç olmasa 3 bin 500 TL geliri haneye getiriyorlardır.Alın size TÜİK zengini!... Kız istemeye gittikleri aileye, Türkiye’nin en zengin yüzde 20’si içinde olduklarını yeminle söyleseler başları ağrımaz…

TÜİK’in zengin diye tanımladığı kesim, gelir pastasının yüzde 30’una el koyan, büyük rantiyelerin, holding, banka sahiplerinin, genel müdürlerin, dev plazaların, köşklerin,villlaların sahiplerinin oturduğu, ailenin bir akşam yemeğine 1000 TL’yi su içinde ödediği İstanbul’da bile aylık geliri 4 bin 500 TL olanlar… İstanbul’daki en yoksul ailenin aylık geliri de 850 TL. Böyle olunca İstanbul’un en zengini ile en yoksulu arasındaki gelir farkı 1’e 5 dolayında sadece. Türkiye genelinde bu fark 1’e 8 olduğuna göre, İstanbul’da daha adil !…Ülkenin en yoksul bölgesi Güneydoğu’nun zengini de evine 2 bin TL girenler. Yani, maaşları, bölge tazminatları ile birlikte düşünüldüğünde, bütün polis ve subaylar, bürokratlar, böylece bölgenin zenginleri olmuş oluyorlar. Köy sahibi ağalar, uyuşturucu baronları, uçsuz bucaksız toprak sahibi Kürt feodaller de herhalde “züğürt ağalar”!....

***
TÜİK’in kargaları güldüren bu bulgularında, seçilen örneklemin (numunenin) çürüklüğünü bir de şuradan anlayın. Anketle geliri sorulan TÜİK zengini aileler, evlerine giren paranın –sıkı durun- yüzde 41’inin maaş-ücretten, yüzde15’inin emekli gelirlerden oluştuğunu ifade etmişler. Kar-rant-faiz geliri diyenler yüzde 27’den ibaret. Yani, TÜİK, bula bula zengin diye ücretli kesimin kapısını çalmış ve onlardan alınan gelir beyanları en üstte kaldığı için, “zengin”, ya da en yüksek gelirli yüzde 20 grup, yine ücretli-kesim olmuş. Peki nerede onca şirket, banka karına, gayrimenkul rantına, mevduat faizine, ticaret karlarına el koyanlar ?
***
Bir şey daha; Bu saçma sapan bulgular, OECD, AB gibi kuruluşlara gönderiliyor ve onlar da bunu ciddiye alıp bizi, bölüşümde dünya ülkeleri sıralamasında bir yerlere koyuyorlar. “Türkiye’de gelir dağılımı iyileşiyor” diyorlar. Bakan Babacan gini oranlarının nasıl iyileştiğini iftiharla başbakanına sunuyor, o da buna inanıp nutuk atıyor.

Bugünlerde Ankara’da asgari ücret tesbiti yapılıyor güya. Tartışma masasında, bilimsel bulgu diye yine bu TÜİK sefaleti tablolar var. Yoksulluk sınırının ne olduğu ve 4 kişilik bir ailenin ne kadar parayla geçinebileceği bu tür trajikomik bulgularla karara bağlanacak.
Varın, sefaletin boyutunu siz düşünün…




Nitekim, bakın, TÜİK’in karşımıza zengin sınıf olarak çıkardığı aileler nasıl bir profili çiziyor.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Yeni Bir Devletçilik

21.12.2009-pzt.

Türkiye’nin yakıcı iki sorunu işsizlik ve bölgesel uçurum, acil müdahale gerektiriyor. Bunun yolu da içinde bulunduğumuz küresel kriz konjonktürünün de etkisiyle kamu müdahalesinden, kamunun ekonomide doğrudan etkinliğini artırmasından geçiyor. Bu fikre, AKP çok yabancıdır. İktidara aday CHP, temel ilkeleri arasında yer alan “devletçilik”ile sorunlara müdahil olabilir. Ancak, bugün uygulanacak devletçiliğin de 1980 öncesinden mutlaka farkları olmalı, o dönemin zaaflarından arınmalıdır. Neydi o zaaflar?

***

Geçmişte KİT’ler, birçok sanayinin kurulmasına, altyapının oluşturulmasına, işgücünün eğitimine öncülük ederlerken, özellikle 1950-1980 döneminde, siyasi partilerin istismar ettikleri, yandaşlarına rant aktardıkları, parti üyelerinin, yandaş sendikaların arpalıkları olarak da kullanıldılar. KİT’lerin özel sektörce kullanılan mal ve hizmetlerin fiyatlarının Bakanlar Kurulu’nca maliyetinin altında belirlenip zararının da bütçeye yazılması, KİT’leri bir emme basma tulumbasına döndürmüş, verimlilikten uzak, beceriksiz, kaynak savuran kurumlar imajına yol açmıştı.

Bugünün devletçiliği, yeniden kurulacak KİT’lere yeni görevler verebilir. Bunların bazıları, yarıda bırakılan sanayileşmeyi tamamlamakla, enerji üretimini geliştirmekle görevlendirilir, böylece yatırım ve ara malı ithalatında ikame yaratır, özel sanayilere de tedarikçi olur. Kamu bankalarının tahkim edilmesi, yeni uzman kamu bankaları kurulması yerinde olur. Yeniden kurulacak Süt Endüstrisi Kurumu ve büyütülecek Et Balık, özellikle Doğu ve G.Doğu tarım ve hayvancılığını ayağa kaldırmak için bir ihtiyaçtır. Kamunun sulama yatırımlarını hızlandıracak kuruluşlarla birlikte Türkiye, giderek stratejik özellik kazanan gıda alanında yeniden bir dünya gücü olabilir. Gerice yörelerde işsizlere iş yaratmak, işgücünü eğitmek amaçlı KİT yatırımları, ekonomik olmasa da sosyal görev saikiyle mutlaka yapılmalı, bu sosyal müdahaleden kaynaklanan “görev zararları”nın karşılığı, savunma-emniyet, lüks bürokrasi ve bakanlık harcamaları daraltılarak bulunabilir.

***

Yeni devletçilik, Doğu ve G.Doğu’daki, Doğu Karadeniz’deki yerel yönetimlerle, bölgenin girişimcileriyle ortaklıklar kurup onlara ihtiyaç duydukları sermaye,işgücü,teknoloji desteği sağlayabilir. Bu bölgelerin turizm endüstrisi potansiyeli kamu destekli konaklama yatırımları ile, ulaşım yatırımları ile canlandırılabilir. Sınır ticaretine katkıda bulunan kamu ortaklıkları düşünülebilir. Bu bölgelerdeki KİT kuruluşlarına, ya da “Gelişme Ajansları”na, yöre belediyelerinin, dernek ve sendika temsilcilerinin katılımı sağlanarak yerinden yönetimle daha demokratik ve etkin bir işletmecilik anlayışı hayata geçirilebilir.

Yeni devletçiliğin KİT’leri, kriz nedeniyle Anadolu’da kapanmış ve/veya kapanmanın eşiğine gelmiş sanayi tesislerine omuz verebilir, buralara ortaklık desteği vererek istihdamı kurtarabilir, hatta yeni istihdam yolları açabilir.

Yeni devletçilik, yeni bir yönetim anlayışı ile icra edilmelidir. Çalışanların “özyönetim komiteleri”, sendikalar, TMMOB gibi mesleki kuruluşlar KİT yönetim kurullarında temsil edilmelidir.Bu, hem yolsuzluklara karşı bir sigorta olacak hem de aşağıdan yukarıya yararlı görüş ve önerilerin iletilmesini sağlayacak, sağlıklı karar üretimine, işyeri demokrasisine de katkı sağlayacaktır.

***

Yeni devletçilik, sadece yeni KİT’ler demek değildir. Yeni devletçilik, yeni bir maliye, vergi ve harcama politikası, yeni bir kur ve dış ticaret politikası ile el ele yürütülmelidir. Çoğunu halkın ödediği dolaylı vergi oranını bugünkü yüzde 65-70 seviyesinden yüzde 50’lere kadar indirip vergiyi gücü olandan almak yeni devletçiliğin temel yaklaşımı olmalı, özellikle yüksek kira, yüksek faiz, temettü gelirlerinden, şirket ve bankaların karlarından dişe dokunur vergiler almalı, vergi kaçaklarının,vergiden kaçınmanın önü kesilmelidir. Keza asker-polisin, üst bürokrasinin, meclisin lüks harcamalarında yapılacak tasarruflarla daha etkin bir bütçe ortaya çıkacak, borç stoku azaltılıp bütçeden faize giden kaynağın da daha verimli alanlara harcanması mümkün olacak, sağlıkta yeniden kamucu bir yaklaşım, SGK deliğini de daraltacaktır.

İthalatı kışkırtıp ihracatı tembelleştiren kur politikasını terk edecek olan yeni devletçilik, gerçekçi kur ile sanayiyi daha ihracatçı bir noktaya çekebilir, bizzat KİT’ler etkili ihracatçı kuruluşlar olarak da faaliyet gösterebilirler.

Yeni devletçilik, sıcak paranın yarattığı kaypaklığa karşı çeşitli önlemler (Tobin vergisi gibi) getirebilir, sıcak para yerine, teknoloji transfer edecek, istihdam ve bölgesel kalkınmaya omuz verecek doğrudan yabancı sermaye girişini özendirebilir, bizzat KİT’lerle yabancı sermaye işbirliklerine gidilebilir. Bu konuda Çin deneyimi oldukça öğreticidir. Dış borçlanmaya disiplin de mutlaka atılması gereken bir adımdır.

Yeni devletçi yaklaşımı “olağan dışı, radikal” bulanlar olabilir. Onlara, hatırlatın ki, “olağan”, 2008 öncesinde kaldı. Artık olağanüstü bir dönemdeyiz ve olağanüstü dönemin sorunlarına ancak olağan dışı önlemlerle çözüm bulunabilir.