Mustafa Sönmez
27.02.2010, Cumartesi
Bugün birçok alanda gözlemlediğimiz rövanşizm, sermaye fraksiyonları arasında da yaşanıyor. 28 Şubat “postmodern” darbesinden, yükselme çabası içindeki dönemin İslami sermaye fraksiyonları da nasiplerini aldılar ve hegemonik güç TÜSİAD’dan sert bir dirsek yediler. Bugün ise, AKP’nin desteğinde o travmayı anımsayarak TÜSİAD’dan rövanş peşindeler. O günlerde yaşananları şöyle bir hatırlatalım…
1990’da kurulan MÜSİAD üyelerinin sayısı RP genel başkanı Necmettin Erbakan' ın başbakanlığındaki RP-DYP hükümetinin etkisiyle 28 Şubat 1997’ye doğru 3000’e yaklaşmıştı. MÜSİAD, 1990’da kurulduğunda yaklaşık 1100 üyesi vardı. Bu tabloya Fettullah Gülen cemaatinin derneği İŞHAD'ın üyeleri de eklenirse İslamcı sermayenin yaptığı tırmanış daha iyi anlaşılacaktır. Bu tırmanış, ekonominin egemeni büyük İstanbul sermaye ve laik çevreler tarafından laik düzen ve sermaye içi dengeler açısından endişe vericiydi.
İslami sermaye, darbenin mimarisini hazırlayan Batı Çalışma Grubu tarafından analiz ediliyor ve fişleniyordu. Söz konusu İslami etiketli şirketlerin 385'inin büyük ölçekli olduğu, bunların yarısından fazlasının da Gülen cemaatiyle ilişkili olduğu raporlara geçmişti.
RP ve MÜSİAD'ın söylemlerine Endonezya-Malezya modeli hakimdi. Bu , gelenekleri koruyarak kalkınma modeliydi ve TÜSİAD üyelerinin, iç içe geçtiği ABD ve AB sermayesiyle ilişkiler çerçevesini zorlayan, eleştirel bir yönelişti. O dönemdeki MÜSİAD ve (RP’ye göre) , kalkınma için Türkiye'nin yüzünü dönmesi gereken yer Batı'dan çok, Doğu idi. Refahyol hükümetinin 28 Şubat'tan (1997) hemen önce, 5 Ocak 1997'de Çırağan Sarayı'nda düzenlediği D-8 zirvesinin simgesel bir önemi vardır. Nitekim, D-8 zirvesinin yabancı basında “İslam dünyası Batı'ya karşı birleşiyor” diye sunulduğu hatırlardadır. Dönemin Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Michael Lake de 12 Haziran 1997'de yaptığı bir konuşmada D-8 girişiminden duyduğu kaygıları: “D-8'ler girişimini başlatan Türkiye, şu anda bir kulübün içinde bulunuyor ve bunun kurallarına uyması gerekir” diye uyarı ihtiyacı duymuştu.
***
Dönemin MÜSİAD’ı, RP ile birlikte, AB'ye katılım projesi karşısında alternatif arayışların adreslerinden biriydi. Bu da onu, 28 Şubat sürecinin başlıca hedeflerinden biri yapmaya yetiyordu.
TÜSİAD’ı rahatsız eden başka şeyler de vardı: Kombassan, Yimpaş, İttifak, Jet Group gibi holdinglerin yurt içinden ve özellikle de Avrupa'da yaşayan Türklerden döviz toplayarak birikim yaratmalarından rahatsızlık duyuluyordu. Dahası, İslamcı holdinglerin ihalelere girip özelleştirme pastasından pay kapmaya başlayacak kadar büyümeleri (örneğin Kombassan, Petlas ihalesini kazanmıştı) , büyükşehir belediye yatırımlarında yandaş firmalara öncelik tanınmaya başlanması, TÜSİAD çevrelerinde ve dönemin laik TOBB yönetimi çevrelerinde rahatsızlık yaratmıştı.
İslami şirketler ağı üstünden ulaşılan maddi kaynaklarla yapılanlardan da endişe duyuluyordu. Dini cemaatlere bağlı vakıf ve dernekler, bu kaynaklarla cami, okul, özel üniversite, dershane, öğrenci yurdu yaptırıyor, yoksula yardım paketleri ile cemaat büyütüyor ve adım adım ağlarını örüyorlardı.
***
28 Şubat darbesini izleyen yıllarda , Gül-Erdoğan fraksiyonu, ortodoks Erbakan-milli görüş- çizgisinden, neoliberalizme ve ABD’ye, (Fethullah Gülen ile koalisyon içinde) doğru kaydılar, MÜSİAD da, eski duruşunu değiştirdi ve daha “Batıcı”, küreselleşmeci, AB’ye yüzü dönük bir çizgi değişikliği ile 2000’lere giriş yaptı. AKP’nin 2002 ve 2007 seçim zaferleri ile birlikte “rövanşı almak” zamanı da gelmişti. Hem makro politikalarda hem özelleştirme, TOKİ, belediye ihaleleleri pastasını paylaşmada, devir artık MÜSİAD ve Gülenci TUSKON devriydi…28 Şubat’ın rövanşı, vergi sopasını TÜSİAD’cıların, özellikle Doğan’ın kafasının üstünde sallayarak, onları sindirerek de alınıyor, ya da özelleştirme, teşvik vb. havuçları büyük sermayeyi yola getirmede kullanılıyor.
Boyner başkanlığındaki TÜSİAD’ın İslamcı sermayedarlarla çatışmadan çok, uzlaşmaya , hatta biata yatkınlığı ise ilk ortaya çıkan izlenimler. Devamını, bekleyelim, görelim…