Sayfalar

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Futbolu Seviyoruz, Metalaşmayı Sevmiyoruz…

Mustafa Sönmez

14.08.2010, Cumartesi
Birçok Akdeniz ülkesinde olduğu gibi, futbol, Türkiye’de yaşayan her sınıftan, genç-yaşlı, hatta kadın-erkek herkesin sevdiği bir “eğlence”. Nüfusu 72,5 milyonu bulmuş ve her yıl en az 1 milyon artan bir ülkede, futbol bu kadar sevilir de, futboldan para kazanılmaz mı? Futbolun endüstrileşmesi, bu ülkede doludizgin yaşanmaz mı? Yaşanır tabi. Avrupa’nın futbol endüstrileri içinde 7’nci sıraya yerleşen Türkiye futbol endüstrisinde, sadece süper lig 970 milyon dolarlık futbolcu yatırımına sahip. Bu rakamın transfer sezonu sonuna kadar 1 milyar dolara ulaşması çok mümkün.

Süper ligimiz, 18 takımlı ve 1 milyar dolarlık ama oldukça hiyerarşik, oldukça eşitsiz bir güç dengesi ile yeni bir sezona başlıyor. En pahalı oyuncularla lige başlayacak Fenerbahçe’nin yatırımı 100 ise en düşük değerli futbolcularla lige başlangıç yapacak Konyaspor’un kadro değeri 9. Yani arada 1’e 10 fark var.




Üç büyüklerin futbolcu kadro değeri, toplamın yüzde 44’ünü oluşturuyor. Ama, geçen yıl Bursaspor, Fenerbahçe’nin kadro değerinin üçte birine sahip bir kadro ile şampiyonluk ipini göğüsleyince, öğrenildi ki, her şey pahalı krampon demek değil. Futbol, eninde sonunda bir takım oyunu ve müthiş, sürprizlere gebe bir oyun…Ne kadar endüstrileşip ticarileşse de, para, tek başına başarıyı getirmiyor.


Süper ligdeki 18 takımda, şimdiden 163 yabancı futbolcu var. Bu, neredeyse futbolcuların üçte birinin “ithal girdi” olması demek. Toplamı 1 milyar dolara yaklaşan futbolcu yatırımında da yabancı ayaklara ödenen paralar çok yüksek. Yani, Türkiye’de birçok sektörde olduğu gibi, futbolda da ithal girdi, ithal donanım ağırlıkta. Futbolcuların yanı sıra teknik adam kullanımında da ibre yabancılardan yana. Ama, ülke dışı başarılar(ihracat) sınırlı, sektör, ağırlıkla iç pazara dönük…

***

Türkiye’nin, Avrupa futbol endüstrileri içinde 7’nci sırada yer alacak kadar bu sektöre yatırım yapmasının tabi ki, futbola olan taleple bire bir ilgisi var. Kitleler, statları dolduruyor, şifreli kanallara ücret ödeyerek maç izliyor. Bu paraları ödemeye hazır kitleyi bulunca yayıncı kuruluş olma yarışında TV’ler arası milyon dolarlar çarpışıyor…Yayın gelirleri havuzundan kulüp kasalarına – boylarına poslarına oranla- para akıyor ve kulüpler sırf bu yolla yatırım harcaması yapabiliyorlar. Kitlelerin bu kadar ilgisinin olduğu sektöre, reklam verenler iltifat ediyor ve hem yayıncı kuruluş hem tek tek kulüpler reklam harcamalarından nasiplerini alıyorlar. Bazı şirketler, isimlerini kulüp adının önüne yazdırarak reklam yapıyorlar: Antalyaspor’un adı artık Medikal Park Antalyaspor olarak okunacak maç nakillerinde ve medyada (Ne kadar sıkıcı değil mi?).

Bu kadar tüketici ilgisi, maçların oynandığı stadyumları, birer stat olmaktan öte AVM, otel-rezidans yatırımına dönüştürmüş durumda. Kent dokusunu tahrip eden bu gayri menkuller üstünden de büyük paralar kazanılıyor, kazanmak için projeler üretiliyor. Bizim tarihi İnönü stadının , koruma kurulları atlatılırsa, denize bakan cephesinin otelleştirilmesi, arka tarafının geriye doğru genişletilip yeni bir stad-AVM’ye dönüştürülmesi, bir başka cinlik olarak rafta, fırsat kolluyor…

***

Yeni bir sezon başlarken futbolseverler olarak biz de sezonu açıyoruz; futbolda seyir zevkinin, kalitenin artmasını seviyoruz, ama kitlelerin bu beğenisinin istismarını, futbolun ticarileştirilip metalaştırılmasını sevmiyoruz. Futbola başka emellerin yüklenip kirletilmesini sevmiyoruz ve onlara karşı her fırsatta, her maçta başka bir futbolun mümkün olduğunu göstereceğimizi de bilmelerini istiyoruz.