Mustafa Sönmez
Zamanın muktedirlerinin sinirlerini oynatan her sosyal önermeye verdikleri karşılık, son günlerde iyice dillere pelesenk oldu: “Kaynağınız ne kardeşim, kaynak nereden bulacaksınız?” AKP hükümetinin medya meddahları da aynı lafı dillerine dolamışlar:Kaynak nereden, onu söyle…
Öyle bir şartlanmışlık ki bu, Pavlov’un köpekleri halt etmiş…Kaynak dediğiniz nedir? Nüfusu 75 milyona merdiven dayamış ve onca münbit toprağı, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan jeopolitiği, emsalsiz tarih ve kültür varlıkları, yedi iklimi, üç tarafı denizle kaplı, Nazım’ın ifadesiyle, “Bir kısrak başı gibi Uzak Asya’dan Akdeniz’e uzanan bu memleket”te kaynaktan bol ne var? Ama görene, anlayana…En büyük kaynak, işgücü. 15 yaşın üstündeki nüfus 48 küsur milyon. Ama bunun ancak yüzde 46’sı “işgücü”…Yani 22 milyonu. Fiilen çalışan ise 20 milyon…Yani 20 milyon kişi çalışıyor ve 72,5 milyonu geçiniyor. Bundan büyük kaynak israfı olur mu? El alemin memleketinde işgücüne katılma yüzde 60’larda, bizde yüzde 40’larda. En büyük kaynak ısrafı, çalışabilecek insanları aylak bırakmak, onlara istihdam yaratacak bir büyüme, bir yatırım ortamı yaratamamak.
20 milyon nüfusla, 700 milyar dolarlık milli gelir yaratıyorsunuz. Bu insan kaynağını çok değil, 1-2 milyon artırmak bile ortaya devasa kaynak çıkarır. Daha çok milli gelir ve milli gelirden daha çok vergi, o vergiyle daha çok sosyal yardım,eğitim,sağlık…Kaynak mı soruyorsunuz? Kaynağı kurutan, tutturduğunuz dışa bağımlı, istihdamsız kof büyüme modelleri.
***
Devleti ekonomiden uzaklaştırıp inşa ettiğiniz neoliberal iktisadın, vergi olabilecek kaynağı, özel sermayeye bırakmasıyla, devletin harcama yapabildiği bütçe kaynağı, milli gelirin yüzde 25’i bile değil. Oysa, bakın sosyal devleti uygulayan İskandinav ülkelerine, bu oran yüzde 40…Devlet, Robin Hood gibi, doğru dürüst vergi alıyor ve geliri yeniden paylaştırıyor. Bizde, verginin üçte ikisini zaten halk sınıflarından oluşan tüketici ödüyor. Gelir vergisinin yükünü bordro mahkumları çekiyor. Sıra harcamaya gelince bakın ne oluyor: Size 11 aylık bütçe harcamalarının bileşimini hatırlatalım:
Bütçenin dörtte birinden fazlası, devletin memur, ücretlisinin maaşlarına, sigorta primlerine harcanıyor. İç ve dış rantiyelere ödenen faiz, yıllık 50 milyar TL’ye yaklaşıyor ve bütçenin yüzde 18’den biraz fazlasını tutuyor. Devletin, çoğu özel sektörden aldığı mal,hizmet, yaptırdığı binalar vs. için harcamaları bütçenin yüzde 15’ini buluyor. En önemli kalem ise bütçeden aktarılan kaynaklar. Peki nereye, bu cari transferler? En önemli kalem SGK’ya, açık kapatmaya. Bütçenin yüzde 20’den fazlası SGK’ya aktarılıyor. Belediyelere aktarılan, yüzde 7,5 dolayında. Zarar yazan KİT’lere de bütçenin yüzde 5’inden fazlası aktarılıyor. Peki hane halkına yani, tarıma, öğrencilere, özürlülere, yoksullara, halkın diğer gereksinmelerine ? İşte burada bütçenin sınıfsal yüzü ortaya çıkıyor. Anlıyoruz ki, bütçenin ancak yüzde 3,5’u hane halkına ayrılıyor. Bunun da üçte ikisinden fazlası tarıma. O zaman, kentteki halka, eğitim, sağlık,barınma,kültür vb için aktarılan kaynaklar bütçenin ancak yüzde 1,5’u dolayında.
Faiz giderleri 46,5 milyardan 43 milyar TL’ye indirilse, ortaya şu anda kentteki hanelere harcanan bütçenin yüzde 100 fazlası sağlanacak. Düşünün, yoksul her anneye, ayda 600 TL, yılda 7.200 TL bütçeden aktarılsa, 1 milyon yoksul anne için bu 7,2 milyar TL yapıyor. Ya da bütçenin yüzde 3’ünü, başka kaynaklardan kesip yoksullara aktarmak anlamına geliyor. Ya da isterseniz-ve daha iyisi- varlıklı kesimden alınan vergileri bütçenin yüzde 3’ü oranında artırır onu da yoksullara aktarırsınız. Kaynak mı diyordunuz, alın size kaynak…