“Afyonu patlamamak” deyimi, uykudan iyice uyanamayan, henüz kendine gelemeyenler için kullanılır. Başbakan RTE’den başlayarak ekonomiden sorumlu bakanların da “Sıcak para afyonu”nun geç farkına vardıkları, daha doğrusu onunla eninde sonunda yüzleşmek zorunda kaldıkları anlaşılıyor. Demiş ki RTE, “Sıcak para akışını kontrol altına almak şart. Bunu kontrol dışı tutarsanız ondan sonra siz kontrole girersiniz. Sizin durumunuz daha felaket olur”…RTE böyle der de hık deyicileri onaylamaz mı? Düne kadar cari açık sorun değil finanse ederiz diyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de buyurmuş ki; “Sayın Başbakanın sıcak parayla ilgili açıklamalarına aynen katılıyorum. Biz, Türkiye’nin üretim kapasitesine katkıda bulunacak, ihracat ve istihdamı destekleyen, refahın artmasına katkı sağlayan hem uzun vadeli, hem de kalıcı küresel doğrudan yatırımları tabii ki tercih ederiz.”
***
Açık olan bir şey var; Daha küresel kriz öncesinden Türkiye, büyüme temposunda ivme kaybetti. Son 4 yılda kişi başına gelir yılda ortalama sadece yüzde 1 arttı. 2007 yılında büyüme yüzde 4,7 oldu. 2008’de yüzde 0,7’ye geriledi. 2009’da ise ekonomi yüzde 5’e yakın küçüldü. 2010 büyümesini yüzde 8 kabul edersek, 2007-2010 döneminde ortalama büyüme yüzde 2’nin biraz üzerinde. Bu da matah bir büyüme değil. Bu sonuçta, dış kaynağa bağımlılık, dış pazarda rekabet gücü bulamama gibi etkenler ana unsur. Bütün bu süreçte bir daha görüldü ki, ekonomi dış kaynak girişi ile büyüyor, dış kaynak çekilince küçülüyor. Küresel kriz ile geri çekilen dış kaynak, özellikle sıcak para, kur şokunu ve beraberinde daralmayı getirmişti. 2009’un ikinci yarısından itibaren sıcak para dönüş yaptı.
Çok değil, Kasım ortasından haziran ortasına geri gittiğimizde, sadece borsaya ve devlet kağıtlarına bu 5 ayda sıcak para miktarının 32 milyar doları bulduğunu görüyoruz. Haziran ortasında yabancıların borsada ve devlet kağıtlarında 72 milyar dolar yatırımları varken 15 Kasım’da bu para 104 milyar doları buldu. Sıcak paranın, Kasım’ın ikinci yarısında tempo kaybetse ve çıkış yaşasa da, özellikle Ekim ayında ve Kasım’ın ilk haftasından hızlandığı görüldü.
Kaynak:TCMB
Sıcak para, özellikle, kendisine Asya’nın ve Latin Amerika’nın birçok “yükselen çevre” ülkesinin dirsek göstermesi sonucu Türkiye benzeri ülkelere yöneldi. Sıcak para, kendisine kucak açan Türkiye iyi faiz verdiği gibi, şimdilik demir atacağı en ehven limanlardan biri durumunda olunca, akışını aksatmadı. Ama bu akış, içeride hızla kurların düşmesini getirdi. Ucuzlayan döviz, ihracatçıların moralini bozdu ve şikayetlerine yol açtı. Buna karşılık ithalatı patlattı ve dış ticaret açığı Ocak-Eylül döneminde 48 milyar doları buldu. Yıl sonunda döviz , yani cari açığın ise 45 milyar doları bulması ve milli gelirin yüzde 6’sını geçmesi çok muhtemel. Yurt dışından yapılan “eklektik” değerlendirmelerde Türkiye’nin sıcak para rüzgarı ile büyümesine alkış tutulurken aynı sıcak paranın yarattığı cari açığa da dikkat çekilmeden geçilmiyor. Bu ahmakça analizlerde aydınlık ve karanlık görüntülerin, bir madalyonun iki yüzünden oluştuğu görülemiyor.
İyi de, şimdi ne olacak? Eğer sıcak paranın yarattığı olumsuzlukların farkına varılmışsa, yapılacak şey sıcak para girişini caydıran Tobin vergisi türü önlemlere gitmektir. Bunlar yapılabilir mi? Hiç sanmıyorum. Sıcak para afyonuna bağımlılık, onun uyuşturuculuğunun farkına varmakla bitmez, onun alternatifini yaratmak, dozunu azaltmak gerekir. Peki nasıl, neyle olacak bu? Sıcak paranın yerini alacak iç tasarruf artışı yetersiz ve onun dozunu azaltacak doğrudan yabancı sermaye girişi, uzun vadeli kredi akışı da yetersiz…AKP, bu ekonomi anlayışı, bu paradigma ile sıcak para bağımlılığından kurtulamaz ve büyüme ister istemez tempo kaybedecek, iş bekleyen 3 milyon işsize her yıl en az 500 bin işsiz daha eklenecektir. AKP iktidarının yarattığı, yaratacağı sonuçlara toplum karşı çıkmazsa, fatura daha ağır olacaktır.