Sayfalar

30 Temmuz 2010 Cuma

Linç Kültürüne Karşı Demokratik Bilinç

Mustafa Sönmez


Bursa İnegöl'de başlayan Hatay Dörtyol'da süren provokasyon ve linç girişimleri, yeni bir döneme sürüklendiğimizi gösteriyor. Yaşananlar karşısında hükümetin, asker ve polisin gösterdiği tutum ise, karşı karşıya bulunduğumuz durumun ne denli vahim olduğunu ortaya koyuyor ve uyarıyor. İnegöl'de yıllardır birlikte yaşayan Türk ve Kürt halkı, bir iki kişinin ticari meselesi bahane edilerek karşı karşıya getirilmiş, kent, ırkçı gruplar tarafından adeta teslim alınmıştır. Can ve mal güvenliğini sağlamakla görevli hükümet ve güvenlik güçleri ise görevlerini yeterince yapmış görünmüyorlar. Meseleye basit bir “amigo” şamatası teşhisi koymak, gerçekle yüzleşememenin yeni bir örneği.

Dörtyol'da iki gün boyunca yaşananlar, AKP hükümetinin yangına körükle gittiğini bir kez daha ortaya koydu. Polis otosuna yapılan saldırıda 4 polisin hayatını kaybetmesinden sonra Kürt mahalleleri hedef gösterilerek, çeteler eliyle adeta organize bir intikam hareketi başlatılmış görünüyor. Dörtyol'da polis karakolu önünde toplanan, sloganlar atarak burada saldırı hazırlıkları yapan gruplar emniyet güçleri tarafından adeta kollanmış ve desteklenmiştir. Söylenenlere bakılırsa, dışarıdan getirilip olayların fitilini ateşleme görevi verilen grup, daha sonra arkasına yüzlerce kişiyi katarak ilçeyi adeta teslim almış, Kürt yurttaşlarımıza ve demokratik güçlere karşı saldırıya geçmiştir.

AKP hükümetinin, polisin ve askerin linç girişimcilerini “anlayışla” karşılayan tutumları, şehri teslim alan ırkçı gruplar karşısındaki davranışları, Sivas katliamını hatırlatıyor. Sivas'ta da saatlerce süren toplanma, heykel parçalama, Kültür Merkezine saldırı olayları yaşanmış ve ardından Madımak Oteli ateşe verilerek 35 aydın ve emekçi katledilmişti.

Dörtyol'da, güvenlik güçleri; parti binalarını basıp, kırıp döken, tabelaları söküp, Türk bayrağı asan, işyerlerinin camlarını kıran, talan eden ve ateşe veren güruh karşısında seyirci kalarak provokasyona güç vermiştir. Bu olaylarda ilk gün BDP bürosu saldırıya uğramış, ikinci gün ise EMEP ve ÖDP ilçe büroları tahrip edilmiştir.

Tüm bunlar olurken, açılım fiyaskosunun mimarı İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, polis ve askere bu tür gelişmelerin vahametine dikkat çekip, polis ve askerin hiçbir vatandaşın canına ve malına zarar gelmeyecek her türlü tedbiri alması talimatını vermesi beklenirdi. Oysa durum nedir? Bakan Atalay, İnegöl’deki linç girişimlerini basit bir asayiş vakası olarak geçiştirme telaşında. Bakan, Dörtyol’da da Hatay Valisi ile birlikte kışkırtıcı açıklamalarda bulunmuş, linç girişimlerine neredeyse destek ve güç vermiştir. AKP hükümeti, gerilimden beslenmek, referanduma ve seçimlere bu tehlikeli politika üzerinden gitmek istemektedir.

***

Linç kültürü topraklarımızda yıllardır ilmek ilmek örülmektedir. Özellikle ülkenin batı illerinde, şehit cenaze törenleri ile asker sevkiyatları sırasında, “PKK terörünü lanetleme” adı altında bir Kürt düşmanlığı bilinçaltına zerk edilmektedir. İzlenen neoliberal politikalarla her geçen gün mülksüzleşen, kronik işsizlik yaşayan kitleler, şiddet iklimine sürüklenmekteler, yaşadıkları sorunların nedeni olarak, yer yer ekmeklerini kazanmak için Batı illerine göçmüş Kürtler hedef gösterilmektedir. Yakın zamana kadar Kürt kimliğini bile reddeden zihniyet, demokratik mücadeleler karşısında bu inkardan vazgeçmiş görünmesine rağmen, toplumda bir demokratik bilincin yerleşmesi için çaba göstermemiştir. Topraklarımızdaki etnik farklılıklar, bir zaaf değil, bir zenginliktir. Etnik farklılıklara saygı bilinci, toplumda sistemli bir çaba ile bir norm haline getirilmelidir. Oysa olan nedir? Sorun, açık ya da örtülü olarak “Kürtlerle yaşamanın zorluğu” noktasına taşınmıştır. Beyaz Türkleri temsilen Ertuğrul Özkök’ün diline doladığı, “had bildirme” densizliği, kahve esnafında “ya sev ya terket” şeklinde ifadesini buluyor.

Türk milliyetçiliği cephesinde bunlar olurken Kürt siyasetçiler de halkların yeniden kardeşleşmesi yerine kutuplaşmaya adeta seyirci kalmaktalar. Silahların susturulması konusunda hayırhah bir tutum sürdürürlerken “bölgesel demokratik özerklik” türü temelsiz, afaki önerileriyle, ayrılıkçı iddialarına malzeme vermekteler.

***

Tüm demokratik kitle örgütlerinin, meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasi parti ve örgütlerin Türkiye’de etnik farklılıklara saygıyı, Kürt ve diğer tüm etnik kimliklerin haklarına saygıyı özümsemiş, demokratik bir kültürü egemen kılması gerekiyor. Bu söylemin, toplumun en alt kesimlerine kadar tüm kitle örgütlerinde, okullarda, camilerde, medya organlarında yaygınlaştırılması boynumuzun borcu olmalıdır. Burnumuzun dibinde, Yugoslavya’da olanları yeniden ve yeniden hatırlamalı, linç kültürüne, anti-demokratik milliyetçi, ırkçı politikalara karşı kardeşliği, yalnız kardeşliği esas alan demokratik bilinci savunmalı ve yaymalıyız. Bağdat harap olmadan…