Mustafa Sönmez
03.04.2010, Cumartesi
12 Eylül Anayasasına, AKP optiğinden değil de, farklı açılardan eleştiride bulunanların - buna sendikalar da dahil- ıskaladığı en önemli başlık demokratik sendika,toplu sözleşme, grev hakkına getirilmiş kısıtlar. Özellikle sendikaların, Anayasa deyince ilk elde talepleri, çalışan sınıfın ekonomik-demokratik hakları için özgür bir sendikal ortam olmalıydı. Bu hak, 1982 Anayasa’sının 53, 54 ve 55’i maddelerinde güya var. Ama 12 Eylül generalleri, TÜSİAD’ın, TİSK’in beklentileri doğrultusunda o hakları öyle budadılar ki, sendika kurmanın önüne bir dizi baraj; onu geçince toplu sözleşme yapma yetkisinin önüne bir dizi baraj; onu geçen olursa uzlaşmazlık durumunda grev silahını kullanmanın önüne bir dizi baraj koydular. Sonuçta ne mi oldu ? Sendika, toplu sözleşme, grev hakkı Anayasa’da varmış gibi göründü ama pratikte kullanılamadı.
***
TÜİK’e göre, ücretli çalışan sayısı 13 milyona çıkmış durumda. Neredeyse her 3 iş sahibi nüfustan 2’si ücretli. Müthiş bir işçileşme yaşandı 1980 sonrası dönemde. Peki bu kadar ücretli var da, bunların ne kadarı sendikalarda örgütlü, ne kadarı toplu sözleşme yapabiliyor, ne kadarı grev hakkını kullanabiliyor? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine bakılırsa 2009 ortasında 5,3 milyon işçi bulunuyor Türkiye’de. Çarpıklık burada başlıyor. Aynı bakanlığa bağlı SGK, primi ödenen işçi sayısını 9 milyon dolayında veriyor oysa. Yine bu bakanlığa göre, saptanan 5,3 milyon işçinin -sıkı durun- yüzde 60’a yakını , yani 3,2 milyonu sendikalı…
Devam edelim; Bu kadar sendikalı varsa, ne beklersiniz ? Sendikalı işçiler adına toplu sözleşme yapıldığını. İşte burada tutarsızlık ortaya dökülüyor. Adına toplu sözleşme akdedilen işçi sayısı 730 bin dolayında. Yani, Bakanlığın sendikalı dediği işçi nüfusun neredeyse beşte 1’i...
Toplu sözleşmeden yararlanan işçinin ücreti ile , bundan mahrum olanın ücreti arasındaki farkı, bir başka TÜİK verisi ile sergileyelim ki, büyük kayıp daha iyi anlaşılsın. TÜİK’in 2008 brüt ücretlerini belirlemek üzere yaptığı ankete göre,
2008’de ücretliler ayda ortalama yaklaşık 1 500 TL brüt ücret aldılar. Ancak bu ücretin toplu iş sözleşmesi olan işyerlerinde 2 700 TL, bundan mahrum yerlerde 1300 TL olduğu saptanmış. Yani fark yüzde 100’ün üstünde…Gelin görün ki, anti-sendikal düzen toplu sözleşmeyi bir ayrıcalık haline getirmiş, herkesin bu haktan yararlanmasını engellemiş, 730 bin işçiye kadar geriletmiş.
***
Toplu sözleşmeden yararlananların üçte ikisi tek yıllarda, üçte biri çift yıllarda sözleşme yeniliyorlar. Dolayısıyla toplu sözleşmeli toplam işçi sayısı iki yılın toplamı olarak alınmak durumunda. Böyle yapılınca görülen bir diğer çarpıcı gerçek şudur; 1990’lardan günümüze bu hakkı kullanabilen işçi sayısı hızla azalıyor. 1990-1991 dönemi TİS’den yararlanan işçi sayısı 1,5 milyon iken 1990’lı yıllar biterken 1 milyona inmiş.
Kaynak:Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı veri tabanı
2001 krizi sonrası, AKP iktidarı döneminde geçen yıllarda, ekonomideki ihracata dönük yüzde 7’yi bulan büyüme, ağırlıkla ucuz emeğin, rekabet gücü olarak kullanılmasıyla gerçekleşti. Buna paralel olarak, toplu sözleşmenin görece geçerli olduğu kamu işletmeciliği , hızlı özelleştirmelerle erozyona uğradı.2008-2009’a gelindiğinde toplu sözleşme nimetinden yararlanan işçi sayısının 732 bine indiği görülüyor. Bu, 1990-1991’deki 1,5 milyon işçiye göre yüzde 55’lik bir azalma demektir.
Bu erozyonda, sendika bürokrasisinin de elbette vebali var ama iklim öylesine bozulmuş, her şey emek kesiminin öylesine aleyhine geliştirilmiştir ki ortada iler tutar bir yan kalmamıştır. Bu kadar geriletilen toplu sözleşmeli alanın da önemli bir kesimi kamu sektörüne ait ve AKP iktidarı, bu kadarına bile tahammülsüz ve neoliberal icraatı ile bu alanı daha da daraltma çabası içinde.
Grev hakkının perişan hali ise yarının konusu…