Mustafa Sönmez
30.04.2010, Cuma
AKP iktidarına denk gelen ve bu parti tarafından militanca desteklenen 2002 sonrası Türkiyesinin ekonomik rotası, uluslar arası literatürde Asyalaşma olarak adlandırılır. Nedir bu rotanın özellikleri ? Ekonomide büyüme, sıcak para, yabancı sermaye ve dış kredi yoluyla gelen dış kaynakla büyür, büyümede lokomotif imalat sanayidir. İmalat sanayii ürünleri önemli ölçüde ihraç edilir. Bu ihracata dönük büyüme çarkı, 2002-2007 döneminde tıkır tıkır işledi ve ortalama yüzde 7 gibi önemli bir büyüme yaşandı. AKP, bu “lale devri” ni kendi başarısı gibi gösterdi.Oysa aynı dönemde birçok Türkiye benzeri ülkede bu büyüme yaşandı.
Bu sonuca ulaşmada ise üç önemli etken rol oynadı. Birincisi, dış kaynağı çekmek için döviz kuru aşağı bastırıldı ve yüksek faiz verildi sıcak paraya. Düşük kur, ülke özel sektörünün dışarıdan borçlanmasını özendirdi. Düşük seyreden kur ile , üretim için gerekli girdi yüzde 60’ları aşan oranda ithal edildi, içeride ucuz emekle son ürün haline getirildi ve Avro üstünden AB pazarına satıldı. İşte Asyalaşma, dış kaynakla beslenen, düşük kur ile çarkı dönen ve esas olarak da ucuz emek sömürüsüne dayanan modelin adı. Düşük kurla yapılan ithalat, içeride fiyatları terbiye ederken yerli üretimi ucuz ithalatla ezdi, istihdamı azalttı.
Bu modele eşlik eden ikinci temel yaklaşım da, devletin ekonomiden uzaklaştırılması ve özel sektörün tüm sektörlerde başat duruma getirilmesi, sosyal devletten uzaklaşma oldu.
Modelin üçüncü ayağı, emeğin ucuzlatılması, en az istihdamı en ucuza mal ederek diğer Asyalı ülkelerle dibe doğru yarışta rekabet gücü bulabilmek. Bunun için de emeği daha çok güvencesizleştirmek, demokratik haklarını iyice budamak olmazsa olmaz koşuldu ve bu yapıldı.
***
İşte bu Asyalaşma modelinde 2002’de yüzde 24 olan kamu yatırımlarının payının hızla azaltıldığını ve 2002-2009 dönemi ortalaması olarak yüzde 16’ya gerilediğini görüyoruz. Peki, meydanın terkedildiği özel sektör hangi alanlara yönelmiş? Tabi ki kendisine en çok karı getiren alanlara… Yatırımların bileşimine baktığımızda görüyoruz ki, özel sektör için yüzde 42 payla imalat sanayi ilk sırada. İkinci sırada ulaştırma var, yüzde 18 ile…Ama bunun da daha çok karlı hale gelen sivil havacılık yatırımları olduğunu anımsamak gerekli. Üçüncü sırada da konut yatırımları var. Tüketici kredisi ile beslenen konut yapımına ilgi gösterilmiş. Bunlara bir de turizmi eklemek gerek. Peki diğer alanlar? Özel sektör tarıma, enerjiye, madenciliğe pek yüz vermezken ticarileştirip metalaştırılan eğitim-sağlık sektörlerinden de sağlığa özel hastaneler kurarak biraz ilgi göstermiş.
Toplam yatırımlarda payı yüzde 16’ya kadar inen kamunun ise yatırımlarının üçte biri ulaştırmaya, özellikle karayollarına ve kent içi yatırımlara yönlendirilmiştir. Kamu, enerjide varlık göstermeye gayret etmiş, eğitimde yine gücü yettiğince yatırımcı olmuş, tarımda da sulama ile yatırımlarını sürdürmüş.
Kamuyu ekonomi ve yatırımdan uzaklaştıran ve inisyatifi özel sektöre bırakan bu sürecin sonuçları vahimdir: İhracata dönük sanayide odaklanan Asyalaşma, kendisine bırakılmış enerji alanına henüz ilgi göstermemiş, kamu da bu alandan çekilince, enerji sektörü boşlukta kalmış ve yerli kaynak yerine ithal doğal gaz ile ihtiyaçlara yetişmeye çalışılmış, enerjinin toplam ithalattaki payı yüzde 20’leri aşmış, 2002-2009 döneminde toplam enerji ithalatı 250 milyar dolara yaklaşmıştır, enerjide arz güvenliği tehlikeye girmiştir.
Kamunun yatırımcılıktan çekilmesi tarım ve hayvancılığı, dolayısıyla gıda güvenliğini riske sokmuş, besin fiyatları hızla artmıştır. Kamunun sağlık ve eğitim alanlarına dönük yatırımları gerilemiş, sosyal devlet işlevini yerine getirmekten uzaklaştırılmıştır. Kamu, imalat sanayiden ise neredeyse kazınmıştır. Madenciliğe, özel sektör de yüz vermemiş , kamu da yatırım yapmayınca sektör iyice ıssızlaşmıştır.
***
Dış kaynak, dış pazar bağımlısı, ucuz emek sömürüsüne bağımlı Asyalaşma süreci, enerjiden tarıma, sağlıktan eğitime birçok sektörün gelişme süreçlerini kendine tabi kılıp çarpıtmakla kalmıyor, ülkenin politik-kültürel yapılanmasını da belirliyor. Böyle bir bağımlılığın idamesi, AKP’nin bütün demokratikleşme makyajına rağmen, ancak despotik bir yönetim tarzıyla mümkün olmaktadır. Buna ister, örtülü faşizm, isterse Asya tipi demokrasi dersiniz. Ama, yaşanan krizin ardından, devrildiği yerden doğrultulup yürütülmek istenen sermaye birikim modeli, yine Asyalaşma modelidir ve devamı, bugüne kadar yarattığı çarpıklıkları, olumsuzlukları daha da artırmasına bağlıdır.
Buna daha ne kadar izin verilebilir?