Ülkelerin kapitalist gelişme farklılıklarına, toplumların insan gücünü kullanma optiğinden bakınca, daha ufuk açıcı, ama bir o kadar hayıflandıran kareler yakalayabilirsiniz. Nüfus, bir ülke için iyi kullanıldığında önemli bir varlıktır. Ama, kullanmayı bilene…
Türkiye, 73 milyonu bulan nüfusuyla önemli bir varlığa sahiptir. Jeopolitiği, tarihsel, kültürel varlıkları ve diğer potansiyelleri ile gelişmenin ununa, şekerine, yağına sahip bir ülkedir ama ne yazık ki helvası yetersizdir, üretileni de en adaletsiz paylaşan, (daha doğrusu paylaşmayan) bir ülkedir. Türkiye, azgelişmiş burjuvazisi ve güdümündeki iktidarların basiretsizliği yüzünden, elindeki onca varlığa karşın, gelişmesine kendisi yön verebilen bir ülke olamamakta, tersine, gelişimi, başka merkezlerin kontrolüne, insiyatifine geçtiği için, ancak onların yaptığı işbölümünün tanıdığı gelişmenin sınırlarında at oynatabilmektedir.
Mesela nüfus ve işgücümüzü alalım. 73 milyon nüfusumuz var diyoruz ama bunun ancak 23 milyonu iş-güç sahibi. Yani yüzde 32’si. Bu 23 milyon çalışıyor kendisini, ayrıca 50 milyonu geçindiriyor. Tabi geçinmek denirse…
Tutturulan bağımlı ekonomik yol, 23 milyondan daha fazlasına istihdam imkanı vermiyor. İşgücü piyasasına çıkabilenler 26 milyonu ancak buluyor. Şimdi, bunların 3 milyonu resmi işsiz. Aslında 3 milyon nüfus daha var işsiz , ama onlar işgücü pazarına çıkmadıkları için “resmen işsiz” sayılmıyorlar. Onlara, “kahvehane işsizleri” de diyebilirsiniz. Böylece 6 milyon gerçek işsizi var Türkiye’nin. Ama işgücü olabilecek önemli bir nüfus evlerde, “ev kadını” olarak kodlanmış. Onların sayısı 12 milyon. Dehşetli bir sayı. Zaman zaman özellikle kriz dönemlerinde evlerinden çıkıp iş bakınıyorlar ama kolay olmuyor iş bulmaları, işsiz erkeklerden dirsek yiyip eve geri dönüyorlar.
15 yaşın üstünde olan nüfusun işgücü olarak ortaya çıkıp işe talip olmasına, “işgücüne katılım oranı” deniliyor. Bizde kahvehane ve evdeki nüfus işgücünden sayılmadığı için, 26 milyon işgücü, 53 milyonluk 15 yaş üstü nüfusa oranlandığında yüzde 49 gibi bir sayı çıkıyor. Yani çalışabilecek her 100 kişiden ancak 49’u işgücü piyasasında. Bu sayıyı bu kadar aşağı çeken, hem umudunu kaybetmiş 3 milyon işsiz, hem de 12 milyon “ev kadını”. 15 yaşın üstündeki diğer nüfus ise emekliler, öğrenciler, özürlüler ve çalışamaz yaşlılardan oluşuyor. Bizde yüzde 49 olan bu oranın OECD ortalaması ise yüzde 67 !..
İşte azgelişmişlik farkımız burada ortaya çıkıyor. OECD ortalamasında erkeklerin işgücüne katılımı yüzde 76, bizimki yüzde 67. Ama esas fark, kadınlarda. OECD ortalaması yüzde 58, bizde yüzde 23!...
Model aldığımız AB ülkelerinin, diğer Meksika, Rusya, Brezilya, Polonya, G.Kore gibi “yükselen ülkeler”in hiçbirinde, bizdeki kadar kadınları eve tıkmış bir ülke yok. 1960’larda Türkiye ile aynı yerde olan G.Kore, bugün dünya devi ve işgücüne kattığı nüfus hem genelde hem kadın işgücünde Türkiye’den 20 puan fazla.
Kadını, 3 çocuk doğurmakla mükellef, “tacize davet çıkaran” gözüyle gören AKP zihniyeti, bu kafayla, bu toplumun insan gücünü ne kadar aktif kılabilir, ne kadar geliştirebilir? Hiç…Hiç umut yok, hiç…